Perşembe, Ocak 25, 2007
Tenhaların meşeleri
"Konyağın nasıl ortaya çıktığını herkes bilmez. Konyak yapmak için dört şeye ihtiyacınız vardır: Şarap, güneş, meşe ve zaman. Ve bunlara ek olarak, her sanatta olduğu gibi, damak tadınız olmalı. Gerisi kendiliğinden gelir.
Sonbaharda, bağbozumundan sonra üzümden alkol yapılır. Bu alkol fıçılara dökülür. Fıçılar meşeden olmalıdır. Konyağın tüm sırrı, meşe ağacının halkalarında gizlidir. Meşe büyür ve güneşi içinde toplar. Kehribar nasıl denizin dibine yerleşirse, güneş de meşenin halkalarına aynı şekilde yerleşir. Bu onlarca yıl alan, uzun bir süreçtir. Genç meşeden yapılan bir fıçı, iyi konyak üretemeyecektir. Meşe büyür; kütüğü gümüşîye dönüşür. Meşe dolgunlaşır; ağacı güçlenir, renklenir ve rahiyalanır. Her meşe iyi konyak yapmaz. En iyi konyağı tenha yerlerde, kuru toprakta tek başına büyüyen meşeler yapar. Böyle meşeler güneşin tadını çıkarırlar. İçlerindeki güneş, bir arı kovanındaki bal kadar çoktur."
Moskova'dan, Tanzimat tiyatrosu üzerine tez yazmış Sergey'in havaalanında karşılayacağı, elimdeki kitaba bakıp, "güzel adam" diyeceği, iki gün boyunca anlattığı şehir ve tarih efsaneleriyle en turistik rotaları egsantrik hale getireceği, St. Petersburg'a, Leningrad'a, St. Petersburg'a uçarken, "İmparatorluk"tan şu bölümün yanına bir yıldız koymuşum.
Ryszard Kapuscinski de gitti.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
"devrimler üstüne yazılmış bütün kitaplar, sendeleyen yetkenin çürüyüşünü ya da halkın sefalet ve acılarını anlatan bir bölümle başlar. oysa bu kitaplar ürkütülüp sindirilmiş, dehşete düşmüş bir adamın, birdenbire nasıl olup da korkusunu yendiğini, nasıl rahatladığını anlatan psikolojik bir bölümle başlamalıdırlar. bazen aniden, bir şok ya da arınma gibi gerçekleşiveren bu olağandışı sürecin aydınlatılması gerekir. kişi korkuyu başından atar ve kendini özgür hisseder. bu gerçekleşmeden hiçbir devrim mümkün değildir."
Şahların Şahı, Kapuscinski
ESİNTİLER
ZEYNEP ORAL
Dünya Halklarının 'Gazetecisi' Öldü
Meslek yaşamım boyunca Afrika'nın ya da Asya'nın çeşitli ülkelerinde, suyu arayan insanların, iç savaşlardan kaçanların, baskıya direnenlerin, açlıkla savaşanların, sömürgeciliğin lanetinden kurtulmaya çalışanların peşinden giderken, elimde not defterim onları dinlerken, geceleri odama kapanıp gördüklerimi dinlediklerimi hazmetmeye çalışırken hep onun kitaplarını okurdum... Yalnızca öğrenmek, bilgilenmek, anlamaya çalışmak için değil... Okumanın insana verdiği hazzın doruklarında gezinmek için, çoğaltmak için, kendimi çoğaltmak için, dünyayı çoğaltmak için, sorularımı çoğaltmak için de...
O, Ryszard Kapuscinski ... (Adını doğru yazmak, söylemekten çok daha zor: Riçard Kapusinski diyebilirsiniz.) O, Polonyalı bir gazeteciydi. Gazeteciliğini edebiyatla taçlandırdı. 24 Ocak'ta, Varşova'da öldü. 74 yaşındaydı. Benim hayatta en sevdiğim yazarlardan biriydi...
"Bir muhabirin gazeteye çektiği telgraf, haber iletmekte çok kısıtlı bir araç. Her zaman sınırlar var: Sözcükler sınırlı, gazetelerin almak istediği haber sınırlı... Oysa özellikle Üçüncü Dünya'da karşılaştığımız gerçeklikler, bir gazetenin elvereceğinden her zaman çok daha zengin ve karmaşık. Gazetede yayımlanmayacak olan haberin kendisi değil, onu çevreleyen şeyler: Ortam, sokakların havası, insanların duyguları, kentteki dedikodu, kokular, gazetenizde 600 sözcük içinde okuduklarınızın bir parçası olan binlerce gerçeklik öğesi..."
İşte telgrafla, telefonla, teleksle, daha sonra faksla (gazeteciliğe başladığında internet yoktu) gazetesine yolladığı haberlerin "dışında kalanları" , gazetelere yollayamadıklarını, gazetelerin satın almadıklarını, "haber" in çevresindeki gerçeklikleri daha sonra kitaplaştıracaktı.
Polonya Basın Ajansı'nın dış muhabiri olarak görevlendirildiği 1964'te Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika'da 50 kadar ülkeden sorumluydu... En çok Üçüncü Dünya'daki iç savaşlar, devrimler, toplumsal hareketler ve sorunlarla ilgilendi. Zaten kendisini Batı dünyasında değil, Asya, Afrika'da ve Latin Amerika'da rahat hissettiğini her fırsatta belirtiyordu.
Kitapları bizde çok geç yayımlandı: İran'da Şah Rıza Pehlevi 'nin düşüşünü ve sonraki dönüşüm günlerini anlattığı ''Şahların Şahı'' (Metis Yayınları 1989)... Sovyetler Birliği ile ilişkilerini, Sovyetler Birliği'nin bir zamanlar kapsadığı topraklarda bir uçtan öteki ucuna yaptığı yolculuklardan gözlemlerini, "insan manzaralarını" kapsayan "İmparatorluk" (Om, 1999)... Etiyopyalı diktatör Haile Selasiye üzerine odaklanan "Afrika Aslanı" (Om Yayınları, 2000)... 1969'daki Honduras'la El Salvador arasındaki savaşı anlattığı "Futbol Savaşı" (Om Yayınları, 2000)...
Bütün bu kitaplarda insandan yana müthiş bir ayrıntı zenginliği, olağanüstü bir "atmosfer" , çarpıcı bir görsellik vardır. Ama aynı zamanda ironi de vardır. Bu ironi hep diktatörlere, güç ve iktidar sahiplerine, baskıcı kurumlara yönelir. Bize en çok "sokaktaki adam" ın düşüncelerini, duygularını aktarır. Örneğin ' 'Afrika Aslanı'' kitabının büyük bir bölümü, Haile Selasiye'nin hizmetkârlarının anlattıklarından oluşur...
Kapuscinski, her zaman ezilen, sömürülen, haksızlığa uğrayan, sesini duyuramayana empati duyar. (Empati sözcüğüne bizim toplumumuzun da çok ihtiyacı var.. ondan sık sık kullanır oldum. Duygudaşlığın bilimsel karşılığıdır empati...)
Ama tüm kitaplarının ortak bir başka noktası, yazarın edebiyat dünyasıyla içli dışlılığıdır. Gittiği her ülkeyi edebiyatıyla da tanır. Referansı kendinden önceki dünya edebiyatıdır. Halktan edindiği izlenimler ve gözlemlerini, edebiyat bilgisiyle harmanlayarak, anlattığı olaya ya da yöreye ilişkin geniş açılımlar, felsefi yorumlar katar.
Son birkaç yıldır Nobel'e aday gösterilenler arasındaydı.
Geçen yıl Reuter'e verdiği bir röportajda "dünyayı merak eden, hâlâ genç kalmış insanlar için yazdığını" söylüyordu.
Meslek yaşamında, dünyadaki 27 darbeye tanıklık ettiği biliniyor. Bir de hakkında dört kez idam istendiği...
Ölümü üzerine, dünya gazeteleri "Dünyanın en iyi gazetecisi", "Çağdaş Hereodot", "Üçüncü Dünyanın Sesi", "Dünya Çevirmeni", "Modern Gazeteciliğin Ustası" gibi sıfatlar kullandı onun için...
Benim içinse, sanki en yakın yol arkadaşımı yitirdim...
cumhuriyet 29 ocak 2007
Yorum Gönder