Pazar, Mayıs 16, 2010

Akitler ve vakitler

Alkollü direksiyon başına oturmak gibi, keyfim toptan kaçıksa oturmuyorum hafakan'ın başına. Mızıldanmak, sızıldanmak istemiyorum. Halbuki yazılı olmayan bir akde göre hafakan bastıkça güncellenir, bastıkça güzelleşir. Her zaman değil.

Eski gazeteler birikiyor evde. Eski gazete yığınının yüksekliği, santimetre olarak evden, evin içinde dahi olsam ev insanlığımdan uzaklaşmamın birimidir aynı anda. Eski gazeteler sadece benim bildiğim bir göstergenin anıtıdır. Halbuki sadece gazete olmalarıyla tehirli okunma dileği baki kalır, lakin eskiliği ağır basar; okunmaz. O gün okunmayan gazete ertesi gün sadece can sıkar. Aradan 17 gün geçtiğinde o anıta bakıp dibine sessiz bir küfür çelengi bırakırsınız kendinize.

Üzerlerinde matbu tarihi yoksa da, yapayım, çözeyim, bitireyim, kafadan temizleyeyim denilen her işin de saydam tarihleri vardır görünmez yerlerinde. Dilek baki olduğu için yapılası varsa da, o tarih geçtiği için kendi içinizde açıkta bırakırsınız, üzerleri kurur, bayatlar. Toprağa benzerliğini unutanlar, yanlış mevsimde tohum atsa da yeşereceğini sanır. O saatten sonra vereceğiniz su can değil, sudur artık; gübre safi bok... Öyle paşa gönüle göre olmaz.

Üst katlardan sesler gelir, biri öğlen 1'de bağıra bağıra esner tam zamanında uyanmış gibi, ben kendi kendime şu saat neyin tam zamanı diye düşünürüm. Birine bir söz vermişim sanki, alkollüyken mi, uyurken mi, zihnim bir karakutu daha emeklerken mi? Hay sıçayım hatırlamıyorum, görünmez bir akit ve görünür bir vicdan ağrısıyla, öyle toprağa bakarım.