Perşembe, Ocak 31, 2008

Saadet zinciri


İlk kimle, kimlerle oynadığımı, nereden duyduğumu hatırlamıyorum, ama mesela üniversitede defaetle uyguladığımızdan eminim. Bir kağıda, bir hikâye yedek parçası olabilecek iki cümle yazıp, yandakine uzatıyorsunuz. Sınırsız sayıda oyuncu... Bir önceden yazılana bakmalısı, bir bakılmayanı var. Neticede ortaya deneysel bir metin çıkıyor her türde de... Zevkli olan kısmı hikâye derinleştikçe, herkes kendi sonuna doğru çekmeye çalışıyor. Normalleştikçe içimin daraldığını hatırlıyorum, niyetini sezdiğimi sabote etmek büyük zevkimdi. Eminim bu işe hiç bulaşmayanlar tarafından okunması çok sıkıcıdır. Rüya dinlemek de bazen öyledir ya...
Bir sergide aynı mantıkla yapılmış bir resim görmüştüm, ilham verici ucubeler çıkmıştı ortaya. Ama dün başka tür bir saadet zincirine rastladım. Moleskine defterlerinin hastası bayağı hasta oluyor. İnsanların sosyalleşebildiği her yüzeyde birliktelikleri var. Flickr moleskine havuzunda çok şahane defterler görüyorsunuz. Mesela buraya bir sayfasını aldığım Horatio Baltz ve Kathrin J.-M en sevdiklerimden. Günlük gibi de bir yandan, röntgenlemesi ayrı bir zevk.
Bu site ise Moleskine değiş tokuş hattı. Dünyanın farklı yerlerinden beş şahıs, her birinde defter birer ay kalmak üzere, bitene kadar değiş tokuş edecekler.
Onlar 'notebookism' diyor da, 'defterizm' diye bir akım var(mış), adını bilmiyordum, ben bunun üzerine daha çok yazabilirim, ama rüya anlatmak gibi olacak diye duruyorum...

Perşembe, Ocak 24, 2008

Poyraz biraz

Ocak ayında hırka, hafiften lodos, yanak kızartıcı güneş. İleride bir inek, ipinin yettiği çember içinde, her lokmasında bir demet maydonozu saplarından koparmışsın gibi elle, tıkınıyor, başı hep önde. Beş tezgahlık pazar, balık lokantaları kepenkli, bir yeni gelen kadar ortada bir şey yok.
Tahsis edilen yalı sahildeki jandarmaya yetmemiş, bir müştemilat oda inşa etmiş, bir etnoğrafya müzesi olsa, "tipik türk ailesinin oturma odası" diye öyle döşenmiş içi, bir üçlü, bir ikili, iki tane tekli koltuk, ki tekler fiskos mantığında çaprazlı, pimapenler tül perdeli, orta sephası, televizyon, bütün bunlar sahilde on metrekarelik bir küçük evin içinde, denize iki metre, bana mı sadece acayip.
Pimapensiz köy kaldı mı bu arada?
Kara ahmet'in yeri, felsefi kendin pişir kendin ye'ci, bahçe araba lastiği salıncak, ahşap sıralar, sandalyeler, asması da güzelmiş mevsiminde, içersi üzeri keçelerle örtülü sedirli, ortada varil soba, anında ısıtan, duvarlarda kuru deniz yıldızları, tespihler, el işi süsler de var, en çok atatürk var, her hali, neyin müzesi olduğunu bilmediğin bir müze gibi, filozof yanı da şurada ahmet amca'nın, "gir mutfağa pişir yemeğini, çay mı çekti canın, git koy" diyor, "millet sıkıldı artık esas duruştan". günde iki paket sigara içermiş, geçen sene tak diye bırakmış, soranlara "e üzerine yazdılar ya zararlıdır diye biz de bıraktık" demiş.
Nohut mayalı ekmek, biber salçası, ayva reçeli, çupra, deniz rengi bulut, antik taşları parlıyor tiyatronun, kilise mezarlığında, ki boy boy mezar var, her yağmurda bir iskelet daha çıkıyor, isa zamanının 4 yüzyıl öncesinden çanak, çömlek, bitmemiş hala, enginar tarlalarından çıkar az eşelesen.
Enginarlar oluyor, erken dikenden çıkmış bile, körpe saplarıyla, minicik göbekleriyle kaçaktan karın doyuyor, olmadı her yer mandalina, üç portakal kadar sulu mandalinalar, elle süslemişsin gibi limonlar, nar süsleri kuru dallar.
Paralel değiştirdim bir haftalığına, meridyen de değişiyor kendiliğinden. orası neresi? burası en fazla poyraz biraz...

Cuma, Ocak 11, 2008

Alttan alta

Geçenlerde bir kafede tek başıma oturuyorum. Maksat hem buz kesen uzuvları çözmek, hem de müessenin gazetelerini, dergilerini karıştırmak. Fakat ne mümkün...
Daha açtığım derginin birinci formasını bitirmemişken yan masadaki bir adamla kadının konuşmasına esir oluyorum. İkisinin de önünde küçük not defterleri açık, daha ziyade adam yazmakta. Diyalogda kullanılan bütün fiiller dilek şart kipinde, daha ziyade de 'olsa' üzerinden gidiyor. Şu şöyle olsa, bu böyle gitse falan... Tez kavradım bunların bir dizi senaryosu yazdığını.
Bildiğim kadarıyla yapımcıların bir tarafı yırtılıyor, önceden senaryonun herhangi bir kısmı duyulmasın diye. Bunların kamusal alanda volüm göstergeleri, aleme yeni düştükleri izlenimi verdi önce. Ama az sonra karakterler adlı adınca, üstelik bölüm numaraları dahilinde başlarına geleceklerle anılmaya başlandı. Yani iş bağlanmış. Okur göründüğüm dergi sayfalarını boş boş çevirirken, kısıtlı dizi bilgimle hangisi olduğunu da anladım.
İşin 'mutfağını' görmek komikmiş. Mesela kadın diyor ki (isimleri hatırlamadığımdan atıyorum) "Necla'yla, Ayten arasında alttan alta bir lezbiyenlik olsun". Bahsettikleri bölüm 8. 7 bölüm önce bu karakter nasıl yazıldı, bu işler dan diye çıkar mı ortaya, alttan alta lezbiyenlik nedir, üstten gösterilemeyeceği için mi alttandır, bunun üzerine ne eklenecektir bilmiyorum. Ama 45 dakika kadar ben eğlendim.
Bazen canım yekten 'anlatıcılı' film izlemek istiyor. Tür önemli değil, ama birinci tekil şahıs anlatsın bana... Aynı ihtiyaç hurufat şeklinde de tezahür edebiliyor. Birinci tekil şahıslı roman/ hikâye arıyorum evde. Ya da eskilerden bir Roll, Express çekiyorum.
Tedaviyi bulmuşum da, teşhisi nedir bilemedim. Alttan alta bir durum mu var?

(Yazıya nasıl bir görsel koyayım diye kıvranırken, daha önce bir kez bakıp sonra unuttuğum bir siteyi hatırlamış oldum. Walter Logeman'ın projesi...)

Cuma, Ocak 04, 2008

Legolar ve küçük adamlar

Danimarka'nın en zengini kim? Bize ne?
İsmi Kjeld Kirk Kristiansen. Kendisi Ole Kirk Christiansen'in torunu. Soyadındaki C'nin nasıl K'ye döndüğünü bilmemekle birlikte, dedesinin kurduğu şirketi 1979'dan 2004'e kadar yönettiğinden haberdarız. Bahsi geçen şirket de 'Lego'...
Bugün, Legocuların şimdiye kadar dünya üzerindeki her canlının 62 parçaya sahip olabileceği nicelikte Lego ürettiğini okudum. Acayip bir aritmetik gibi geldi.
Google'da grafik aramasına Lego'nun yanına aklınıza gelen bir kelime seçip yazın, mutlaka bir yaratıcılık nişanesi çıkıyor ortaya. 'Lego art' ciddi bir ara sokak... Sadece legoyla çalışan sanatçılar mevcut. Lego mantıklı dekorasyon alternatifleri... Lego değil, lego yani artık.
Benim aklıma önce The White Stripes'ın 'Fell In Love With a Girl' klibi gelmişti. Sonra bakınırken lego teşbihli İncil bile gördüm.
Bahsettiğim birçok işte insan faktörü Playmobil serisinden. Aslında birbirine rakip iki şirket. Bizde 'Mini Mekanik' diye satılıyordu bunlar, hâlâ da öyledir, benim ilgi alanımdan çıkmış. Bir de eczanelerde satıldığını hatırlıyorum.
Bir erkek kardeşle büyüdüm, o zamanlar için aşılmaz görünen 5 yaş farkını sadece legolar ve mini mekanikler (benim kardeş 'küçük adam' derdi) kapatırdı. Çünkü çok acayip searyolar kurabiliyorduk.
Aklıma lüzumsuz yere bunlar düşünce sitelerine baktım. Bir kere olaylar ne kadar detaylanmış. Bizim kovboy setimiz vardı, yerlilerimiz vardı, benzinci seti, inşaatçılar, madenciler falan vardı. Zamane küçük adamlarının 'havaalanı' başlığı forklift ve kargo girişi gibi mikro mizansenlere kadar genişlemiş.
Bunun dışında yepyeni bir 'modern life' serisi dikkatimi çekti. Seri, bizim hayat bilgisi kitapları gibi. Kadın playmobil ütü odasında, kadın playmobil bebek odasında, erkek playmobil ayağında tokyoları duştan çıkıyor. (Duşakabin mevcut) Çekirdek bir playmobil ailesi parkta geziyor... İçim bir kötü oldu.
Küçük adamlar değişmiş; küçük adam değişmiş. Göremedim mesela madencileri...