Perşembe, Kasım 30, 2006

Macera beta max

Annem alışverişe yollardı, elimde liste, ne lazımsa işte, bir ekmek, iki yufka, bir kalıp beyaz peynir... Bir de dönüşte videocuya uğrardım, adam sorardı "Ne filmi?", "macera"; çünkü annem öyle demiş olurdu. Adam bir tane film verirdi raftan; yönetmeni kimmiş, kim oynuyormuş, olay Rusya'da mı geçiyormuş, bu tür detaylarla iki cenah da ilgilenmezdi. Ben macera filmini alıp eve gelirdim, adına bile bakılmazdı, akşam yemekten sonra izlenirdi. Bir ikinci ihtimal de "yerli"ydi; "romantik komedi" o zaman icat edilmiş miydi hatırlamıyorum. Edildiyse bile romantiğin sonu bir yere varabilir endişesiyle o janr çekirdek aileye pek girmezdi galiba. Çok macera filmi izledim, bir tekini bile hatırlamıyorum. O kadar çok macera filmi izledik, bizim küçük videocudakileri bile bitiremedik.
Bazen bir otobüste otuz sekiz kişi oluyor, hiçbiri diğer otuz yedisini tanımıyor. Hep birlikte sekiz durak gidiyoruz, inen oluyorsa da binen de oluyor, ama tek çıt çıkmıyor. Şoförle konuşmak zaten tehlikeli ve yasak. Ayakkabıların burunlarına, gecikmiş ense traşlarına boğuluyorum o zaman; şeytan tırnaklarına, o pantolona hiç olmayan o çoraba, naylon poşetlerin göstermediği kim bilir nelere, boşlukta bir yere bakarken fışkıran tiklere, bacak titretmelere... Balıksırtı kabanlardan bir gece önce kızartılmış palamutun kokusu sızıyor, portmantonun evin içindeki yerini görüyorum. Kendime engel olamıyorum, palamutların aliminyum maşayla bıraklıdığı melamin tabak, tuzluğun içindeki pirinçler, masanın altına sabahtan düşmüş zeytin çekirdeği... Nezaketsizce diktiğim gözlerimi, kırmızı "duracak" ile durduruyorum. Yoksa körüğü bile olmayan küçücük otobüsü bitiremiyorum.

Salı, Kasım 28, 2006

Arap Piet


Burada bazi cocuklar Noel Baba'yi degil Zwarte Piet'i seviyor. Sadece Hollandali cocuklarin bildigi bir sahsiyet; Noel Baba'nin yoldasi olarak geciyor, ama dupeduz Santa bizim Arap Piet'e taseron olarak hediye dagitimi yaptiriyor. Cocuklardan istekleri alan, alisveris merkezlerinde diz ustunde velet hoplatan o, ama bacadan inip de coraplara hediye birakan bizim Arap. Sokakta suratini siyaha boyamis bir metrelik yaratiklar goruyorsunuz bazen. Nereli oldugu belli degil, bilinen bir dilde konusmuyor Arap Piet. Fakat son yillarda siyaseten faul yapmamak maksadiyla, kuklasi, pastasi falan yapildiginda, cocuk yuvalarinda gercek kesit olarak efsane canlandirildiginda yuzunun gokkusagi renklerine boyandigi da oluyormus.
"Kiss and ride" nerenin onune dikilmis bir trafik levhasi olabilir? Kizarmis patatesle hayat gecer mi? Arap Piet'e kim hediye getirir?

Pazar, Kasım 26, 2006

Q kavalye

Hikayeye sonra geri donmesi daha kolay; q klavyeli habitatlarda yaya gecitleri daha fonksiyonel. Geldigim yer Yunan Umit Besen'inden "Pasaport" isimli calismayi uzo'yla suladigimiz bir ev. "Pasaportunda beni sevmedigin yaziyor" diyor Umitis; vize alamamis. Onun oncesi, Beyoglu ilcesi buyuklugunde bir Hollanda sehri. "Is seyahati" fiyakali geliyor kulaga; jazz muzigi gibi... Halbuki buradaki makam hepten hip hop. Yirmi kadar gazeteci hipten hoptan konusuyor; yeni punk mi, adi coktan hip pop mu? (Bir an soru isareti yok sandim yabancisi oldugum klavyelerde!)
Mesela Hollandali bir hip hopcu kilisede baslamis, konserde kabak dolmasi dagitan bir Sirp grup varmis. Polonya'da genclere dini bir metni rap yapin demisler; "Oo Mary, cok cool bir oglun var, limoya binmekte gozum yok, ama piyangoyu bana cikartsa ya" diye cover yapmis. Finlandiya'da hip hopcularin hepsi okumus cocuklar, Portekiz'de Ingilizce'den oz lisana yeni gecilmis.
Hikayeye sonra geri donmesi daha kolay. Geldigim gibi donmesini de bilirim. Simdilik "Roken is dodelijk".

Salı, Kasım 21, 2006

Beşşiktaşş

Beşiktaş'taki kartal heykelinin (balık pazarına yakın olan) önünde (kartalın ensesinde) bir arkadaşımı bekliyordum. Karşıdan gelen 18-20'lik bir genç yanımdan geçerken, laf atma tonlamasıyla "Beşiktaş" dedi! Sadece ş'leri çift vurulmuş, erotik bir etki bırakmaya yeltenen bir sesle "Beşşiktaşş"... Maç yüzünden Kazan da doluydu.
O heykele çıkan sokaklardan birinde "Matrix Bayan Kuaförü" var.
O heykele çıkan sokaklardan birinde girdiğim kuruyemişçide Karadeniz'in Sesi radyosu açık. "Alkolsüz eğlencede tek adresiniz, Gebze Kadırga" diyor, "sabaha kadar horon garantisi", "arkadaşlarınıza ve size yakışan eğlence" diyor. Para üstünü saymadım.
Yazın, o heykele çıkan sokaklardan birinde korsan cd'lere bakıyordum. Sağ bloğa el atmamla, adam "O taraf değil" dedi. Elimi attığım filmin adı "Piliç Çevirme"ydi. Prodüksiyon yaratıcı gibiydi halbuki.

Perşembe, Kasım 16, 2006

Çarşamba kadrajı

- "İstanbul'un trafiğini ne çözer biliyor musun?" diye lafa girip, iki köprüyü yıkmayı teklif eden taksi şoförü. "Asya'nın trafiği Asya'nın, Avrupa'nınki Avrupa'nın. Bu geçişler bizi mahvediyor" dedi üzerine.
- Zeytinburnu Belediyesi'nin dergisine kapak pozu veren Haşmet Babaoğlu.
- Ispanak çorbası.
- Gerçek bir Hafakan şişesi; şimdi bilgisayarın yanında...
- Bir duvar yazısı: KARAGÜMRÜK YANDI. (arabayla geçerken görür gibi oldum. Daha önce gördüklerim sayılırsa, alt sokakta YAŞASIN KÜBİZM var. Az daha aşağıda da ON NUMARA KÜBİSTİM BACIM.)
- Bir ara bir gol oldu.
- Yürüyen sis. Gereken malzemeler 1) gece, 2) çok sis, 3) sarı güçlü bir ışık.

Pazartesi, Kasım 13, 2006

Nasılsın? / Bir oyun oynuyorum!

Zuhal Gencer ile Osman Wöber’in oynadığı “Sekizinci Saat” diye bir film vardır; başyapıt... Yönetmenine şimdi baktım: Cemal Gözütok. Ayrıca senaryo da onunmuş. Film anlatılmaz, yaşanırsa da, bir diyalog paylaşılır:
Bir bardan çıkmak üzere olan Zuhal Gencer, bir ahbaba rastlar. “Nasılsın?” diye sorar tanış, Gencer de cevap verir: “Bir oyun oynuyorum.”
Ben de.
“Google’da sektirmeli arama” diyebiliriz. Baktım, masanın üzerinde bir tane Kanzuk pastil kutusu. Google’a “kanzuk” yazdım.
“Uyuyan güzel prenses resmi” ve “bayan siteleri porno videoları” hizmeti sunan bir siteye “kanzuk” kod adlı biri mesaj girmiş. Anlıyoruz ki sitede “ramazan bayramı mesajları” da var.
Google’a “ramazan bayramı mesajları” yazınca asıl derya çıkıyor ortaya. Ramazan ve Kurban bayramlarını geçelim, hizmette sınırın olmadığı yer burasıymış. Cep telefonundan yollamak üzere hazır mesajlar... Birer misal ile durumu anlatayım:
-Asker mesajları: MERHABA BEN BAHRIYELIYIM LIMAN LIMAN GEZERIM, AKLIMA ESER KIZ TAVLARIM AKLIMA ESER GEMI TEMIZLERIM.
-Özür mesajları: Sağa dönüyorum olmuyor? Sola dönüyorum olmuyor? Yok nafile uyku tutmuyor çünkü aklım sende ve bugünkü kavgamızda... Tüm kalbimle özür diliyorum. Seni seviyorum?
-Sitem mesajları: Bugün yeni bir meyhane keşfettim mezarlığın tam karşısında beni ararda bulamassan ya meyhanedeyim ya da tam karşısında.
-Günaydın mesajları: Günaydın; benim viran gönlümün sultanı, Günaydın; dost bağımın gonca gülü, Günaydın; Süreyya yıldızım, Günaydın: ay yüzlüm, Günaydın; canımın cananı, Günaydın….
-Yalnızlık mesajları: SU ANDA HICBIRSEY MUMKUN DEGIL. SU ANDA HERSEYDEN AYRI, HERSEYDEN UZAK VE HERSEYDEN MAHRUMUM BEN. SU ANDA SADECE YALNIZLIK VE KAHIR. (Bu mesajın kime atılacağını hiç bilmiyorum)
-Teklif mesajları: KOCAMAN ZEYTIN GOZLERI, YANAGINDA GAMZESI, MINICIK SEVGI DOLU ELLERI, BIR KIZIMIZ OLSAYDI KESKE DESEYDIM AYNI ANNESI!
Galiba dayanamıyorum.
Google’a “dayanamıyorum” yazdım. Ebru Gündeş’ten “Dayanamıyorum”un sözleri ve “Dayanamıyorum” başlıklı erotik bir itiraf çıktı. Google’a “Yarın erken kalkmam lazım” yazdım, bir forum sitesinin “Askeri teknoloji ile alakalı kitaplar” başlığında “Yarın erken kalkmam lazım, ama siz takip edin...” diye bir mesaj çıktı. Açamadım.

Cuma, Kasım 10, 2006

zincirli/ vantuzlu/ custom

Küvete yeni bir tıpa almak maksadıyla evden çıkmıştım. Elinde, göz kantarımla iki yüz gram civarı olduğunu hesapladığım beyaz peynir kalıbı, bir Hürriyet ve barbunya pilaki konserve kutusuyla bakkalın çırağı, dükkanın kapısının önündeki mukavva kutuları ayağıyla itiştiren bakkala “Şekip Bey Apartmanı’nda daire 2 yokmuş ki abi!” diye seslendi. Demek daire 2’si olmayan bazı apartmanlar ve yine de bu saatte kahvaltı edenler vardı hayatta.
Sarmaşıklı apartmana kadar yanımdan sadece eskici geçti. Laf olsun diye “Eski televizyon alıyor musunuz?” diye sordum. El arabası boş olduğundan siftah ihtimaliyle gözleri parlayarak markayı sordu. Nereden bileyim! “Plastik kasa mı, tahta mı peki?”. Bana hep plastik gibi gelmiştir, ama onu da bilemem. Eve gidip bakamam, işim var: küvete tıpa...
Nalburda, ellilerinde kekeme bir adam beş metre kafes teli sardırıyordu. Teli sağ kolunun altına sıkıştırınca yere bıraktığı siyah poşetteki soğanları unutuyordu; nalbur arkasından “abi!” diye seslendi. O seslenmese, benim bir şey yapmam gerekecekti, iyi oldu.
Tıpaların plastik zincirli, ucu vantuzlu olanları çıkmış bir de. “Abla bu diğerlerinden biraz pahalı ama...” dedi nalbur. Ama bakalım bütün küvet delikleri standart mı? Adam yemin billah etti, hepsi aynıymış. İçime bir kurt düştüğünden, “tam tıkamazsa geri getiririm” dedim. Küvet tıpası başka bir şey için de kullanılamaz ki!
Apartmana girdiğimde İSKİ’nin adamı faturaları kesiyordu. Yanından geçerken mecburen “iyi günler” dedim, duymadı. Sinirlendim. Eve girip hemen banyoya koştum. Küvet delikleri galiba gerçekten standartmış. O zaman, eski tıpa da standarttı. Plastik çeker mi, hiç anlamadım.

Pazar, Kasım 05, 2006

Red Kit'e telgraf!

Telgraf 1: Sabah uyandım, gözümü bile açmadan belki, "Bugün saatleri bir saat ileri mi alıyorduk, geri mi?" diye sordum kendime. Saatlerin ayarıyla oynamadım.
Telgraf 2: Dün kitap fuarında bir grup çocuk, kameralı bir televizyon muhabirinin önünü kesmiş bağırıyordu: "Abi bizi çeksene, 'Tüyap'ın çocukları' diye haber yaparsın, güzel olur!" Haber yapılmadı.
Telgraf 3: Teybi açıp da, gençliğini, nasıl klarnet çalmaya başladığını kaydettiğim biri, daha çok da onun karısı, Selamsız'daki evlerinden çıkarken, "Bizim hikâyemizi yazarak para kazanıyorsunuz, ya biz?" diye sormuştu. Bir iki laf geveledim; olmamıştı.
Telgraf 4: Bir konser mekânı, gençten kitle... Ara zamanı önümüzdeki gruptan bir oğlan "Pardon siz bir dizide oynadınız mı?" diye sordu, bir arkadaşı atladı "Oğlum dizide oynayan konsere gelir mi?" Ara uzun sürmedi. Az sonra aynı genç, birine "Abi pogo yapar mıydın?" diye davetkâr soracak; yapmayacak.
Telgraf 5: Uzayda 'dünya mutfağı' var mı? STOP

Cuma, Kasım 03, 2006

İşitmedim; işitmem de

Hangi güne denk geliyorsa, bir 'Dünya Sigarayı Bırakma Günü'... Kanallardan birinin gençten muhabir dişisi, halkın nabzını tutma merkezi olarak haritalara geçen İstiklal Caddesi'nde 'sokaktaki adam'ı konuşturuyor. Yanına yaklaştığı adamlardan birine "Bugünün özelliğini biliyor musunuz?" diye soruyor. "Bugünün özelliği gezmektir, tozmaktır, sigara içmektir" diyor adam net bir şekilde. Kadıncağızın şaşkınlığını ses tonundan anlıyoruz yüzünü göremediğimizden. "Hah işte! Bugün 'Dünya Sigarayı Bırakma Günü'. Bir sigara içmekle vücudunuza, Çernobil'le..." derken lafı kesiliyor. Adam "Böyle bir şey işitmedim, işitmem de" diyor, kamera sırtını dönüp gidişini de gösteriyor.
Böyle bir şey işitmedim, işitmem de. Ama şunu işittim dün. Yetmişlerinde bir amca, Beşiktaş Balık Pazarı'nda bir tezgâhın önünden geçerken, ama gerçekten geçerken, neredeyse hiç durmadan, balıkçının tekine seslendi: "Ayhan Abi sağ mı?" Palamutları nemlendiren balıkçı da hiç işine ara vermeden: "Sağ, abi".
Amca yürüdü sonra.
Gece öyle bir rüzgâr çıktı ki, bir beyaz poşet önümde sokak kedisi gibi zıplaya zıplaya, bir sokak boyu birlikte yürüdük, köşede ayrıldık. Evet, benim de aklıma o sahne geldi; 'American Beauty'den...
Daha hızlı yürüdüm sonra.