Pazartesi, Aralık 14, 2009

Sensin siz!

Domuz gribi yeni bir gerginlik daha ekledi. Bir ahbapla karşılaştık, öpüşecek miyiz? Öpüşmeye yeltenen birini durdurmaktan daha fenası durdurulmak. Ki şipşak resmiyet, samimiyet tayin eden anların tümü bir gerginlik meselesi.

Daha tanışma anında sen'e geçişlerden hazzetmem, sen zamanı geldiğini kendimce bellediğim birinin siz'den devamı ise yıkıcıdır. Öyle ince bir ayar ki, karşıdaki sen'e geçtiyse ve sen hâlâ siz'de diretiyorsan, bunun da bir kibiri, küstahlığı, bir hizaya çekici yanı var. Bunu da istemiyoruz.

Bazı durumlar var, bunu bile isteye yapıyor insan. Yekten sen diye girene bir mesaj niyetine siz diye devam ediyorsun, ne siz ne sen olan araf bir ilişki olarak kalıyor. Diğer yanda aynı anda tanıştığınız belki, iki yabancı ilk dakikada sen'leşip onuncu dakikada, on ayda erişemeyeceğiniz sosyalliğe ulaşmış oluyor, onlar birbirini seviyor. Sizliğinle kalıyorsun baş başa.

Napolyon'un Josephine'e bir aşk mektubu var. Belli ki Josephine son defasında siz makamından yazmış mektubunu. Napolyon sinirlenmiş, bir yandan da aşki, girişiyor: "Sensin siz!"
O Napolyon zaten.

Çarşamba, Aralık 02, 2009

Asansörler, kesensörler

Uzayda kaplanan alan daraldıkça klişe üretim mekanizması hızlanıyor. Soluk alabileceğiniz hacim küçüldükçe insanlar birbirinin aynasına dönüşüyor. O sefer olmasa, bir dahakine bir öncekini gösteriyor bir yeniye. Asansörlerde ne kadar birbirinin aynısı davranıyor insanlar.
Biner binmez yüzünü aynaya dönen model, içeride konuşulanı duymaz, kimin nerede indiğine bakmaz, sadece kendisiyle ilgilidir.
Tanımadığı canlılarla bir kapalı kutuda olduğu bilgisini bir kat bile unutmayanların kontrol edemedikleri boyun açıları, bacak sallamaları, nereye odaklansın bilemeyen, her ihtimalde bir risk gören gözler...
Sadece içerideki diğer insanları izleyenler, bunu da dünyanın sonuna giden bir araçta hep birlikte kalmanın teklifsizliğiyle, aksi düşünülemezmiş rahatlığyla yapanlar...
Kat numaralarında değişen ışıkla hipnotize olanlar... Macera filmlerinden teorili kaçış hikâyeleri için tavanı kesenler...
İçeri bir tanıdıkla binmeyi başlı başına bir özgüven fıskiyesine dönüştürerek, diğer yalnızları ezercesine konuşanlar...
Kapı açılıp da ara bir katta binmek isteyen o "fazla geldin-zort" sesiyle karşılaşınca, hep aynı kalorili espriler...
"Siz zaten kaç kilosunuz ki..."yle hâlâ bir kadını etkileyebileceğini sanan asılgan erkekler...
Parfümle yıkananlar, hiç yıkanmayanlar... İçerideki herkese lüzumsuzca eşit dağılan bir mahremiyet...
İçi dolu bir asansörün kapısı ara katta açıldığında, dışarıdakinin bir orji sahnesi görmüş gibi afallayışı, kapılar yavaşça kapanırken ezik bir halde köksüz bir "Pardon" sallayışı...
Asansörler hep aynı yere iniyor, aynı yere çıkıyor gibi.