Cuma, Kasım 28, 2008

Oldun mu?


Şimdi yazacağım cümle için klavyeye basmadan evvel fark ettim ki, bana daha önce hiç boş zamanlarımda ne yaptığım sorulmadı. Ortaokul anket defterlerinde vardır muhtemelen, o zaman da bir şekilde vermişimdir cevabını. Bu ara parantezi aynı mevsimden bir anket defteri sorusuyla virgülleyeyim. Kızın teki "Oldun mu?" diye bir soru koymuştu defterine. Ne tatlı çağrışımları var değil mi? Oldun mu? 12-13 yaşında falanız. Olduk mu yani? Hayır, regl olup olmadığımızı merak ediyordu. Kimimiz olmuştuk, kimimiz daha değil.
Diyecektim ki aslında, boş zamanlarında ne yapıyorsun sualine müzik dinlemek, film izlemek diyenleri de hiçbir yaşımda çok anlamadım. İnsan büyük harfle Müzik dinlemek için başlamaz ki, bir şey dinler.
Ama şöyle bir cümle kurabilirim: Sokakta müzik dinlemeyi severim. Aynı caddede birlikte aynı yöne gittiğiniz 179 insandan gizli bir iş çevirmenin, onların da karşısında durana kulaktan geleni katık ettiğinizde başka bir "şey" kurmanın nasıl ikamesiz bir zevki vardır. Hele bir de tam oturduysa çalan; o güne, o ana, o andaki size... Ateşli bir hasta olarak gece terli uyanmışsınız sanki, atılan terle rahatlamışsınız, temiz ve soğuk yeni bir tişört giyiyorsunuz, tam oluyor, oluyorsunuz. Bana öyle gelir.
Bu sokakta müzikle yaratılan paralel evren simülasyonlarında, kafayı sağa başka türlü kırıp da bir evin çatısına bakmakta, yerdeki çizgileri ritme göre saymakta sinematografik bir haz da mevcut. Bu kana karıştı mı, müziksiz anlarda da, ama işte onun da kendine mahsus bir denklemi var, bir filmin ortasında bulabiliyorsunuz kendinizi. Yönetmeni de, başrol oyuncusu da, izleyeni de aynı kişi.
Ya da işte hayatın büyük harfle Sanat'ı dan diye yere devirdiği anlar var. Yazsanız yuh çekilecek anlar, oluyor mu oluyor işte... Onları da ayırıyorum ben kenara, farklı bir belgesel türü...
Geçenlerde gazetede okudum. New York'lu psikiyatrlar birtakım araştırmaları neticesinde sokakta kameraya alındığını sanan, çevresindeki herkesin bir karakter olduğunu ve rolünü oynadığını düşünen "paranoyakların" sayısının arttığını söylemişler. Truman sendromu; fazla televizyon izlemektenmiş.
Amerikalılar kantarın topuzunu kaçırdıysa, bu onların karakteriyse, iyi müzik ve iyi film izledikleri için değil, aşırı doz reality'den patladılarsa bana ne. Onlar "olmamış".

Pazar, Kasım 16, 2008

Blur'layın marpuçları

Bin senelik 'Hacı Arif Bey' dizisine rast geldim TRT'nin bir uzantısında gündüz vakti. Ahmet Özhan nasıl gençliğinin şahikasında... Öyle başka kim vardı diye nostalji babında bakınırken, babasına döndü kamera, o nur yüzlü adamcağızın önünde nal kadar kristaller... Alttaki fokurtuya bakınca anlıyorsunuz; nargilenin marpucunu blur'lamışlar. Ben çocuk olsam, tütün mamullerinden bihaber olsam, sırf çocuk muzırlığıyla sorar soruştururum nooluyor o kristalin arkasında. Sadece onu merak ederim ondan sonra bir süre.
Red Kit çalı çırpıya geçeli çok oldu, Atatürklerden de temizliyorlar birer birer malumunuz. Adamın el havada iki parmak boşlukta açık. Mustafa bahsine hiç giremem şimdi.
Her durumda ortaya çıkan görüntü gayet çağdaş sanat...
Görüntü müdür, bizzat sigarayı görmek midir daha özendirici olan? Merakım şu ki, edebiyat da bir gün temizlenecek mi sigaralarından. Camus, Meursault'ya hiç sigara içirmemiş gibi mi olacak? Beat külliyatı mevsimlik işçilere teker teker okutturulup blur icap ettiren sahneler makaslanacak mı?
Hangisi daha tesirli, görmek mi, okuyarak yutmak mı?

Çarşamba, Kasım 05, 2008

Bir bayan üzerine türkü

Daha çok birini arar gibi dolanıyordu masaların arasında. Bir göz temasını fırsat bilip bizimkine yanaştı. Gri takım elbise vardı üzerinde, bir de uyan kasketi... Kara kuru suratının üçte biri bıyıktı; en azından öyle hatırlatıyor kendini.
Teklifsiz başladığı türküyü hatırlamıyorum. 'Yeşil ördek gibi daldım göllere' miydi? En azından öyle hatırlıyorum şu an; söylemiş gibi...
Tuncelili, müzik öğretmeni, küçüklükten beri bağlama elinde... Karısı üç ay önce guatrdan ölmüş. Maaşı köyde bol bol yetiyormuş da, alkol de sevdiğinden ('Sizin gibi' diye ekliyor)İstanbul'da yetmiyormuş. Arada gömlek cebinden teker teker çektiği sigaralardan yakıyor, az küçüldükten sonra yanan ucu avuç içine çevirip içiyor. Böyle tutulan sigaradan alınan nefes de başka türlü oluyor, ciğerine kadar duyuluyor.
Laf birden siyasete geliyor. Başındaki 'gavat oğlu gavat'sa da CHP'ci. "Kime verem?" diye bize soruyor; "Bir tek Cem Uzan iyiydi, Amerika'yı dolandırmış adam neticede" diyor. Programının devamıymış gibi sonra, Mahzuni Şerif'ten 'Katil Amerika'ya geçiyor.
Kendi derlediği türkü olup olmadığın soruyoruz. Annesinden öğrendiği bir türküye başlamadan evvel uyarır gibi: "Ama Zazaca, olur mu?"
Öyle bir dil ki, ne dese acıklı... Bitirince "Ne anlatıyor" diye soruyorum. "Bir bayan üzerine..." deyip bir başka türküye geçiyor Zazaca. Bir daha soruyorum; "Üst üste geldi ama bu da bayan üzerinedir..."
Biz bira içiyoruz, o kaşığını bardaktan çıkarmadığı çayını bitiriyor. Sigara ve alkol parasını toparlayıp ayağa kalkıyor birden; el ederek uzaklaşıyor.