Cuma, Mart 19, 2010

Her şey, her şeyle ilgili

Bir otoban yanı mahallesine açılan duvarlarda, siyah sprey boyayla "İsyankar Hakan" yazıyor. Aynı siyah spreyle kankası devam etmiş: "Serseri Suat". Bir akşam hava kararınca gelmişler, otobandan görünecek yeri seçmişler. Hakan yazarken Suat fener tutmuş, Suat yazarken Hakan. Sonra fenerin öbür ucundaki lazerle mahalleye, kedi delirtmeye gitmişler.
Daha önce defterime yazmışım, ilk kez çevireceğim bir telefon numarası. Kendi el yazımdan son rakamı çözemiyorum; 6 mı, 0 mı? Önce 6'lı, sonra 0'lı versiyonu tuşluyorum. İkisini de kimse açmıyor. İki ayrı evde, birbirinden belki çok uzak, belki iki sokak uzaklıktaki ayrı iki boş evde telefonların çalışı gözümün önüne geliyor. Bir evin sahibini tanıyorum, diğeri çıksa 'pardon' faslı...
Bazen ikişer saniye aralıkla birileri aynı katta çalışan insanları arıyor. O iki kişi de sigaraya gitmiş olabiliyor, yemeğe, çaya, kahveye, çişe... Sinir bozucu bir ritme dönüşüyor iki saniye arayla tuşlanmış telefonların senkronize ötüşü... Sahibi gelmedikçe uzuyor dıdıdıdıt'lar. İki ayrı şehirde, semtte, mahallede iki ayrı insan, bir cuma akşamüstü birlikte sinir gerici bir müzik yaptıklarını hiç bilmiyorlar.
Aynı günde üç tane kadının, onları çok ama çok seven erkekler tarafından öldürüldüğünü yazıyor gazeteler. Gazetelere giremeyen 'sevgi' cinayetleri de var daha, uzakta bir yerlerde çalan ve açılmayan telefonlar var. Çok seviyorlar, fazla seviyorlar, öldüresiye seviyorlar.
Tüylerinin Ahu Tuğba'nın saçları gibi fışkırmasından ismini kapan Ahu'nun hamile olduğunu öğreniyorum sonra. Penguenler kadar fotojenik kedi... Aklım Heybeliada'da çam dibi bir mezara gidiyor. Sonra pek yazamıyorum. Ama öyle bir hal oluyor ki, hepsinin arasında bir tüy bağ sanki, sanki her şey her şeyle ilgili...