Salı, Eylül 22, 2009

Hidroforsuz yollar

Sular kesikmiş de, depodan hidroforla yarım saat su verilecekmiş gibi. Acele etmem lazım gibi, kovaları doldurmam lazım gibi, şıpınişi kendimi yıkamam lazım gibi... Benim hayatımın yarısından fazlası en üst katlarda geçti. Suyun yukarı çıkana kadar serçe parmaktan da incelişini, duşa çıkmaya mecali kalmayışını bilirim. Kesilen çok su gördüm, kesilen çok elektrik...
Deplasmandan geçen bir haftanın ötesinde, kafamın basmadığı bir kesinti oldu hafakan'da. Bakıyorsun, yok. "Aha geldi" diyorsun, kesiliyor.
Deplasman dedim, lakin ara ara sahası olmayan takımlar gibi de hissedebiliyor insan. Bunun iyi yanı deplasman gerginliğinin olmaması, ama avantajını kullanacağın kendi yeşil sahan da yok.
Şehirlerarası yollarda mola verilen yerlerde çalışanları merak ederim hep. O insanların kendi sahaları nereleridir? Evlerinden çıkıp da nasıl giderler iş dedikleri yere?
Bir artık bu işin süpermarketi olmuş, büyük otobüs şirketlerinin kendi mekânları var. 24 saatin 24'ünde insan kum gibi. Kimi mutlulukla bir yerden bir yere gidiyor, kimi mutsuzlukla dönüyor deplasmandan. Kimi zaten mutsuz kilitlemiş evin kapısını; acil kabilinden cenazeye mi çağırdılar yoksa? Senelerce kaçtıktan sonra askere giden var, tek tesellisi döndükten sonra daha az sıkıntılı yeni bir döneme başlayabilmek olan... Bin tür iş çevirenler var; birinden kaçanlar, yengesini vurmaya gidenler, ablasını vurup da dönenler... O insanların yüzlerine bakmaya mecali var mı oralarda çalışanların, çoktan kafası kesik Yunan heykellerine çevirdiler mi yoksa karınca gibi etraflarında gezenleri... Bir gördüklerini bir dahasında gözlerinin ısırmasına müsaade ediyorlar mı, bunun ağırlığından çoktan kapadılar mı yoksa şalterleri?
Gecenin sabaha daha yakın vakitlerinde verilen molalarda az insan bir şey yemeden durabiliyor. O susurluk tostları, ayranları, kaynamaktan püre kıvamına gelmiş çelik tabakta ezo gelinler... Tadını unutamadığı bir şey de yemiyor asla insan.
Bir de otobüs yanaşmadıkça florasanları dahi tamamen açılmayan köfteciler, kebapçılar var şehirlerarası yollarda. Mahalle arası esnaf lokantalarının yol versiyonları. Oralarda çalışanlar ya? Onlar nasıl ayakta duruyor, orada çalışanlar gelenlerin suratlarına nasıl bakıyor?

Acaba su kesilecek mi endişesiyle yıkanmanın, ama neticede yıkanabilmenin ne tatlı bir zevki vardır. Kurulanırken sebepsiz iyi hisseder insan.

Pazartesi, Eylül 07, 2009

Yağmursal


Bazı coğrafyalarda yağmur kimyasal serpinti gibi hissediliyor. Bilhassa kadınların omurilikleri kamburlaşıyor, sanki kafalarını öne eğerlerse daha az ıslanacaklarmış gibi hissediyorlar. Islanmak istemiyorlar, ıslanmaktan imtina etmek başka şey; tiksiniyorlar yağmurdan.
Sanki insanlar ikiye ayrılıyor, biri yağmurda yürüyenler, diğeri ıslananlar. Bazı insanlar ne kadar usturuplu ıslanıyor, sarkmıyor üzerinden. Aynı insanım ama üzerimde biraz su var gibi bakıyorlar. Diğerleri mutsuzluğun yüz kaslarıyla çirkinleşiyor, küfreder gibi oluyorlar. Kendilerini sevmiyorlar artık, sadece ıslandıkları için. Bir an önce kurumak ve yaşananları unutmak istiyorlar ama o tiksinti içlerine yapışıyor.
Bazı insanların şemsiyeleri silah gibi oluyor. İliklerine kadar ıslanmak şart değil, açarsın da; açmaların, tutmaların nasıl şekilleri var... Bazı insanlar kalkan gibi tutuyorlar gökyüzüne şemsiyelerini, savaşabileceklerini sanıyorlar, insan ordusunun gücüne kayıtsız inanıyorlar. Hükmen yeniliyorlar.

İlk yağmurlarda daha çok kaza oluyor şehirde. Direksiyon hakimiyeti mayo giyilen yerlerde körlüyor, mevsim bakımı yapılmamış oluyor reflekslerin. Mayoluyken yağmur başka bir lezzet, tadı damağımdadır.