Pazartesi, Temmuz 28, 2008

Sinek noir

Bazı insanlara duyuğumuz nedensiz soğukluk ekseriyetle ileride kendini deşifre edecek bir hakikatle nedeni bulur. Ama bazı hayvanları nedensiz sevmeyiz ya da nedeni kolektif bilinçaltının çok halka berisindedir; inemeyiz.
Karasinek seven birini görmedim. Nedenlidir. Sevilecek bir yanı yok sayılır bir karasineğin; yapışkandır, sabah uykusunu pek fena tahrip edebilir, hiçbir şey yapmasa dahi pisliği çağrıştıran bir hali vardır. Fakat bir karasinekle yol filmi çekebilirsiniz. Karasinekler, emekli Alman çiftlerden ziyade Amerikan bağımsızları gibi çok güzel gezerler.
Beşikaş'tan bir taksiye atlarlar, Gümüşsuyu'nda dışarı atılan bir sigaranın peşinden camdan süzülürler. Taksim'de kırmızı ışıklarda bekleyen bir mali müşavirin arabasına atlar, müşavirin terli ensesini küçük küçük yoklayarak Yenikapı'ya kadar gelirler. İskelede mısır yiyen bir çocuğun koçanından otlandıktan sonra feribota atlayıp Bandırma'ya geçerler.
İnerken boru taşıyan bir kamyonun ön camına içerden yapışıp yolda şoförle birlikte türkü söylerler. Balıkesir'i geçince bir benzincide atlayıp, yanda kendin pişir kendin ye'cilere sulanırlar. Mangala bir sürahi su döküp kalkmak üzere olan bir ailenin 'Geç kaldık' kavgasına karışır, onların muayenesi eksik arabasıyla İzmir girişine kadar gelirler.
Terlerini, kalkmakta olan bir Havaş'ın klimasında atar, check in'i beklemeden Barcelona'ya giden bir uçağa binerler. İndiklerinde akşamüstü olur, susadıklarından hemen trene, oradan metroya atlayıp Barceloneta durağında inerler. Kumsalda leziz bir esinti vardır, kendilerine bir Pinacolada söylerler.
Yapsalar, yaparlar.

Cuma, Temmuz 18, 2008

Köstebeklerin ecdadına...

İlk mail bir iki ay önce gelmişti. İçim sıkıldı okurken, ama silemedim de. Bana, şirket yöneticisi asla olmayan birine, 'Köstebek'le şirketiniz kontrol altında' konulu bir kampanya duyurulmaktaydı:
"Personelinizi KONTROL altına alabilmek için Binlerce USD harcayarak Server, Firewall ve Benzeri programlar almanıza gerek kalmadı."
Copy paste'e üzülerek devam ediyorum:
"*İzlediğiniz Bilgisayara Bağlanıp Masaüstünü seyredebilir ve kontrolü alabilirsiniz.
* Terminal Makinalarınızdan gizli dosyalar dahil olamak üzere tüm HDD'yi görebilir isterseniz Dosya transferi yapabilirsiniz.
* Terminal Makinalarınızın tüm MSN ve Sohbet programlarının Kaydını tutar, İstediğiniz zaman detaylarıyla beraber okuyabilir. İsterseniz Yazdırabilirsiniz.
* Terminal Makinalarınızın tüm Web Geçmişleri Kayıt eder, İstediğiniz zaman Günlük, Haftalık ve Aylık olarak ayrıntılı şekilde görebilirsiniz."
Yuh dedim, kapadım.
Bugün bir yenisi geldi 'Personellerinizi takip edin' başlıklı olarak. 1500 kişiyi parmak izlerini alarak içeri sokmanın ederi sadece 600 dolar artı kdv.
Aynı pakette bir personel devam programı tanıtılıyor. İcat sayesinde giriş, çıkış saatlerine, mola ve dinlenme için ayrılan zamana bakarak otomatikman ücretlendirebiliyorsunuz. Ne kadar şahane...
Günde kaç sigara molasına izin var tartışması sürerken bugün üzerine lavabo takip sistemiyle ilgili bir haber okudum gazetede. Basbayağı tuvalet girişine kart okutturan şirketlerde içeride ortalama ne kadar kaldığınız da kayda düşüyor. Belli bir sınırı aşan bağırsak faaliyetleri de maaşınızdan düşebiliyor yani.
Müjdeler bitmiyor. Şirket girişlerine göz ve parmak izi tarama sistemlerinden sonra artık 'damar tanıma sistemi' sistemi koymak akıllıcaymış. Elde yara izi falan olsa da damardan, kemikten hiçbir şey kaçmıyormuş. Sıfır hata payı. İnsanın içi rahat ediyor, hakkınız asla yenmeyecek yani, ne kadar şahane...
Bunu icat edebilmek için uğraşanların beynine, o şirket sahiplerinin gelmişlerine geçmişlerine...

Pazartesi, Temmuz 07, 2008

Gerçekçi ol, sana yakışır


İstediğim anda burnumun ucuna getirebildiğim bir koku, kendini kazıtmış bir ses... Gerçi böyle olduğunu yeni farkettim.
Güneş batmaya yakın bir anda senkronize çalışmaya başlayan bahçe fıskiyeleri; kötü toprak ve günün tozunu kusan beton kokusu. Geçen hafta iş yerinde birden farkına vardığım bu ikiliyi, hafızamın aileli çocukluk tatilleri klasörüne kaydetmişim meğer. Çok doğrudan bir çağrışım değil aslında, yine de hatırlattıklarıyla içim sıkıldı.
Oteller değil de daha ziyade bütçe el veren pansiyonlar, tek kullanımlık kiralanan devremülkler. Yazlığı olup da her yaz aynı yere giden arkadaşlarımı nasıl kıskanırdım; aradan üç mevsim geçmemiş gibi her yaz başı yarım kalmış bir oyuna başlayanlar, 5 yaşında başlayıp birlikte/ ayrı ayrı büyüyenler... Zaten yalnız durmaya teşne bir çocuk için her sene ayrı bir tatil beldesinde, aileyle kös kös oturma ile arkadaşsız durmanın utancının birbirine karışmasının adı tatil oluyor böylece...
En sinir olduğum da annemlerin 'E hadi git kendine arkadaş bul' telkinleriyle beni gece çay bahçesinden, gündüz sahil şemsiyesinin altından dışarı itmeleriydi. Çok sinirlenirdim. Sanki büyükler böyle arkadaşlık kuruyor. Ben neyim ki, öyle dilenir gibi... Sinir küpüne dönerdim, mesela yedi buçuk yaşında bir kız çocuğu olarak muhtemelen tansiyonum falan yükselirdi.
Tatildeyim. Tanımadığım hiç kimseyle konuşmuyorum.
Yolda gördüğüm bir kamyon arkası yazısı üzerine tefekkürle meşgulüm daha çok: 'Gerçekçi ol, sana yakışır'. Böylesini görmedim çünkü.