Salı, Aralık 12, 2006

Uykudan önce


Kuzenimle aynı odada uyuduğumuzda, 'uyumadan önce son işareti kim verecek' oyunu oynuyorduk. Uykuya en yakın halde, anlamsız da olsa bir kelime söyleyeceksin. Uykuya geçiş salisesini yakalamak istiyordum; ama ertesi gün bile hatırlamadığımız kelimeler, uykuyu geciktiriyor, yine de hatırlamadığımız bir yerde çözülüyorduk.
Uyku ile uyanıklık arasında bir aralık var, nasıl severim orada oyalanmayı... Müzikli, insanlı, uyanıklığın benim dışımda sürdüğü odalarda gözümü kapamayı, defter kabıyla, defter kapağı arasındaki o yerde bir süre durmayı seviyorum. Bundan bir önce ne düşünmüştüm, diye geri sarıyorum / eski oturduğum evlerden, kaldığım otel odalarından, uyuduğum yabancı evlerinden, sevdiğim sokaklardan ayrıntı hatırlamaya çalışıyorum / bildiğim yollardan boyum otuz santim olsaydı neler görerek geçerdim diye düşünüyorum / sevdiğim günlerin kafamda cover'ını yapıyorum. Olduğunda oluyor yani.
Bayılarak uyumayı, içime civa konmuş gibi uyanmayı sevmiyorum.
Bayılarak uyuyorum, içime civa konmuş gibi uyanıyorum.
Aslında sabahını kestirdiğim böyle bir gece, böyle şeyler yazmak değil, sunturlusundan küfür etmek istiyorum.
Bir pansiyondaydım. Alt katta üç kişilik bir aile yemek yiyordu. Adam karısına bağırmıştı: "Bu kavun kelek, niye aldık o zaman biz bunu!"
Neyle neyin arasındaysam, bilemedim şimdi ne dediğimi. Ama kavun kelek!

Hiç yorum yok: