Pazar, Aralık 24, 2006

Forget your ID or password?


On maddelik günün ilk işler listesine posta kutusuna bakmak da girer. Eskiden aile evinin ahşap posta kutusuna bakmak benim vazifemdi. Kilidi vardı, ama ne kadar çetrefilli bir mekanizma olduğunu anlayın, annemlerin gardrop anahtarı da uyardı. Bir iki haftalık evden uzaklaşmalarda, dönüşü heyecanlı kılan tek şey yolda düşünmeye başladığım posta kutusuydu. Lüzumlu lüzumsuz bir tomar şey çıkartmak, içinden bana gelenleri ayıklamak... Yazıştığım arkadaşlarım vardı, gelen bir iki dergi vardı, belki ailede posta potansiyeli en yüksek şahıstım. Altı yaşındayken en sevdiğim sevimsiz ayımı ve yastığımı alarak "Ben artık kendi evim olsun istiyorum, buradan sıkıldım" demiş biri olarak, kendi evim yolunda en çok kendi posta kutumu düşünerek heyecanlandım sanki. Filmlerde de görüyordum, eli kolu alışveriş paketleriyle dolu genç kadın, apartmana girdiğinde postadan bir tomar zarf alır, içeri girdiğinde kameranın ilk gösterdiği zarfların açılışıdır...
Kendi posta kutum olduğunda, posta işleri başka bir şeye dönüşmüştü. Hiç elimde bir tomar zarfla girip, kameraya çaktırmadan bir bakış atarak açmadım onları. Daha çok fatura, ekstre, bir de ilanlar... Nadir hale geldi beyaz oyal bir zarfı açışım, gerçek pul seyrek görüyorum. Sabahları kontrol ettiğim posta kutusunun başka bir anahtarı var; gardroba uyması imkânsız. Seviyorum yine de posta kutumu açmayı...
Bir de çöp postalar var. Kilo vermek isteyene, penis büyütmek isteyene, lise arkadaşlarını bulmak ya da on dakikada on milyon dolar kazanmak isteyene faydalılar belki. Bunları yollayanlar çöp ürettiklerinin o kadar farkında ki, sadece görmeyle silme arasındaki süreyi uzatabilmek için bazen başka tarihlerden atıyorlar maillerini. 2001 tarihli bir saç ektirme duyurusu, sayfalar öncesinde bir yere giriyor, onu bulurken uğraşmanızı ve hassstir diyerek bile olsa onlarla ilgilenmenizi istiyorlar. 1967 yılından gelen bir mail hatırlıyorum. 1967'de hiçbir tür posta kutum yoktu benim. Kaldı ki 2001'de atılmış görüneni, 2001'de okusam saç mı ektirecektim?
The Fall'dan "I Can Hear The Grass Grow" eşliğinde demek isterim ki, hayatta her şey bir zamanlama, bir de ritim sorunu. Yukarısıyla bağlamak zor gibiyse, bunu 2001'de yazmışım sayın. Okumayla unutma arasındaki zamanı uzatma gayreti bir nevi...

Hiç yorum yok: