
Bazen eve geldiğimde, gece geldiğimde, gece geç geldiğimde, kapıyı anahtarla açtıktan sonra, içeri girip ışığı açana kadar bir süre geçiyor. Bazen bu süre uzuyor. Kapı kapalı, ışıklar sönük. Ben içeride miyim, eve geldim mi belli değil. Ben yokken ev böyle duruyor diye düşünüyorum. Dolap kapakları, uçlarından ip atmış kilimler, diş fırçaları, yerine konmamış yastık kılıfları böyle duruyormuş diyorum. Belki üst kattan gülüşmeler indi aşağı ben yokken, belki buzdolabı yine Sanayi Devrimi'nin erken zamanları seslerine döndü, sonra düzeldi. Aceleyle açık unuttuğum bir parfüm şişesinden bir bulut yükseldi, iki buçuk saat havada durdu, çözüldü sonra; ben yoktum. Akşamdan kalma bulaşıklı iki tabağın arasında kalan salçalı yoğurtlu sıvı ağırlaştı, gittikçe koktu. Belki bir patates küflendi. Çok kötü kokar patates küflenince...
Yıldız Parkı'nın içinde Park ve Bahçeler Müdürlüğü gibi idari bir birim var. Fakat mevzu park ve bahçe olunca kamu kuruluşu, menekşeli, sıklamenli, şahane bir bahçeye sahip. Yandaki dev sera ve dışındaki dizi dizi dizilmiş fidelerden tatlı bir rayiha yayılıyor. Bahçe düzenlemesinde gayet enstalatif çalışmalar yürütülmüş. Son çalışma bana biraz ürkütücü geldi: Ucuz vitrin mankenlerini alıp, karınlarını, kafalarını falan oyup çiçek ekmişler, bir kadın mankene çiçekten elbise yapmışlar. Gece görsem, gece geç görsem hislerim başka türlü olabilir.
İş yeri su makinelerinde plastik bardağa soğuk suyu doldurup, üzerine az biraz sıcak damlatmak gerekiyor. Çabuk davranırsanız, sıcakla soğuk tam karışmadan içebiliyorsunuz. Nasıl bir dizilmeyse, bir kat sıcak, bir kat soğuk oluyor. Bunun bana bir faydası yok. Zaman hızlı geçmiyor sadece; iş yerinde...