Üç tane çocuk yuvası mı açtılar, beş tane park mı... İstanbul Belediyesi'nin şehrin sakinlerine sundukları lütufları duyurma mecrası olarak kullandıkları üstgeçitlere, üç dört sene evvel bir sabah, Formula zamanlarında mıydı, "Welcome to İstanbul"lar döşediler. Şehre bir sürü yabancı geliyordu ya... O esnada buralarda olan bir Alman arkadaşım Beşiktaş'taki üst geçidi mesela tarihi bir nokta sanmış, "Osmanlı zamanında şehrin kapısıydı herhalde" gibi bir şey söylemişti. "Yok" demiştim, "Turkish hospitality..." Hospitality kelimesinin bana her daim 'hastanelik' bir ruh durumunu çağrıştırması boşa değil.
Seçim öncesi AKP propagandasına ayrılan üstgeçitler, bir baktım yakın zamanda klişe bir şehir silüetinin ortasına oturtulan sadece ve sadece bir "İstanbul" yazısıyla donatılmış -ama her semtte... İşler değişmiş, hedef kitle yabancılardan yerlilere de genişlemiş sanki. Şehrin farklı noktalarında nerede olduğumuzu hatırlatıyorlar.
Bak, işine gücüne dalmış olabilirsin, ama İstanbul'dasın.
Bak, tasını tarağını toplayıp kim bilir nereden geldin, ama şu anda İstanbul'dasın.
Bak, ağzına sıçılıyor olabilir, ama en azından İstanbul'dasın.
Bir "Ona göre..." tonu var, "Kıymetini bil..." İstanbul Belediyesi sayesinde İstanbul var.
Buralarda doğmamış biri soracak da, tercüme etmek zorunda kalacağım diye üç buçuk attığım başka "panolar" da var İstanbul'da. Mesela Ortaköy yolundaki o "Cumhuriyeti ve demokrasiyi seviyorum" ışıklı takı... Benim ağzımdan bunu oraya yazmakta çok Sovyetik bir temayül var. Biri sorsa işte, nasıl derim "I love the republic and democracy". Kavramsal olarak mı severim, bilhassa Turkish Republic ve Türk tipi demokrasi mi? "Ülkemi seviyorum, vergimi veriyorum" ya da. "I love my country and pay my tax" demeye, mecburiyetten birinci tekil şahıs kullanmaya billahi utanırım. Hangi ülkede örnek vatandaş fikriyatı böyle alenen bilinçaltına işlenmektedir. Faşizm dahi sızmak için kendine daha ince yollar bulmakta mahir değil midir?
Uzun atlama: Anadolu Ajansı geçenlerde "Ünlü top model Claudia Schiffer'in babası toprağa verildi" diye bir haber geçti. Neden gülesim geliyor? "Was brought to the soil" aklıma geldiğinden mi? Hamburg'da değil, İstanbul'da olduğumdan mı sadece?
Fotoğraf ararken buldum bu Demokrasi Kahvehanesi'ni. Kıbrıs'taymış, denizvecicek kod adlı biri çekmiş. En sevdiğim yanı da bu kahvenin "son durak" olması. Hepimizin gideceği yer gibi... Toprağa verilmeden önceki son durak: Demokrasi!
1 yorum:
:) Çok güzel bir yazı olmuş valla hangi birini anlatayım hangi birine ne diyeyim... ellerine sağlık...
Yalnız şu sondaki demokrasi kahvehanesine dikkatinizi çekerim, ne kadar küçük bir kahve orası öyle çay ocağı kadar bir şey, böyle memlekete bu kadar demokrasi gibilerinden :)
Ha! bu arada Claudia Schiffer'in babasına tanrı'dan rahmet yakınlarına baş sağlığı dilerim, tövbe tövbeee... Kardeşim, adamın bir kabahati yok Allah rahmet eylesin ama haberi yapanlar zorla ölenin arkasından güldürmüşler...
Yorum Gönder