Pazartesi, Mayıs 19, 2008

Şehit/nazar/kader

Bugünün Vatan gazetesinden... Bir okur Süleyman Ateş'e soruyor. Aynı köşede satrancın günah derecesine kadar türlü incelikli gündelik mevzunun din süzgecinden geçirildiğine şahit olmuştuk; istikameti ekseriyetle okurların soruları belirlemekte.
İsmiyle cismiyle bir okur der ki: "Çalıştığım firmanın yetkililerinden olan bir bey geçen gün trafik kazasında öldü. İki çocuk babasıydı, yaşı da henüz 35'ti. Acaba o şehit mi oldu? Herkes nazar değdi diyor. Ben de kader diyorum. İnsanın ölümünü nazara bağlamak doğru olur mu?"
Çok net. Çok sakin. Özünde bir soru soruyor olsa da, çok emin. En azından sorunun cevabının bu üçlüden biri olduğuna emin. Bu ölümün ardından bir çıkarım yapmak istiyor. 35 yaşında, iki çocuklu, bir firmanın üst düzey yöneticilerinden biri... Bir trafik kazası; bütün kazalar gibi apansızın geliyor. Şimdi bu üçünden biri olmalı. Ölmeye asla yakın durmayan, haydi o vıcık dile tercüme edelim, ölümün hiç yakışmadığı adam olsa olsa şehit midir? Okuyucu, herkesten farklı düşünüyor bir yandan da. Herkes ne diyormuş: Her şeyi o kadar mükemmeldi ki adamcağızın, ancak ve ancak nazar değmiş olabilir. Şehit değilse, okuyucu teşhisi koyuyor, bence kader diyerek, hocasından eyvallah diliyor.
Cevap daha çok nazar üzerine. "Elbette nazar vardır ama ben nazarın bir insanın ömrünü uzatıp kısaltacağına inanmıyorum" diyor hoca; "Her can kendisine biçilen ömrü tamamlamadan ölmez çünkü." Yani trafik kazasında ölen de eceliyle ölmüş oluyor Ateş'e göre: "Arkadaşınız feci kazayla öldüğüne göre şehit sevabı alır inşallah. Böyle kazalarda ölenler gerçek şehit değil ama şehitlik sevabına eren hükmi şehitlerdir."
Böylece bırakıp gideceğim.

Hiç yorum yok: