Pazartesi, Mart 03, 2008

Esnaf huzuru


Bir esnaf sabahına özeniyorum bazen... Erken kalkmış olayım, dükkâna giderken gazetemi almışım, bir de simit, üçgen karper peyniriyle birlikte...
Zaten selamlaşarak girmişim üç beş komşuyla, kepengi kaldırmışım, kapıyı açmamla gecenin kokusu kaçmış birden dışarı. En önce radyoyu açmışım içeri girince.
Yerleri süpürmüşüm, bir önceki günün gazetelerini, ortada kalmış düne ait iki üç şeyi yerlerine koymuşum. Bu arada tık diye sıcak suyun 'oldum' sesi gelmiş. Sallama değil çay; bir reçel kavanozuna evde rizeyle tomurcuk harmanlanmışım, sallama bir yöntemle demlik çay... Hani o yuvarlak metal kafes gibi aletler var ya...
Sabah gelenin gidenin pek olmadığı, güne tek başıma ısınabildiğim bir iş yapıyorum. Simitten kopardığım ilk parçayla gazeteyi açıyorum. Kimse yok ya, yerine göre sesli küfredebiliyorum. Karşıdaki apartmanın tepesinden dönen güneş içeri giriyor, beni ellemeden kendi işine bakıyor dükkânda. Hafif ısınıyor ortalık, varlıklarını ilan eden tozlar sinirime dokunmuyor. Bakıyorum, sağ dizim bir ritme kaptırmış kendini bensiz, belli ki suyuna giden bir şarkı çalmakta...
Kimse yok daha, telefon çalmıyor, iyi niyetli olsa dahi kimse soru sormuyor. Ben ve dükkânım bir güne başlıyoruz. Bir çay daha koyuyorum, gazete bitince bulmacalı sayfasından katlayıp kasanın yanına bırakıyorum; bir ara ilgileneceğim.
Ben ne satıyorum bilmiyorum.
Şu anda ne sattığımı bilmememden daha az kötü...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

bu blogda ve o köşede bugüne kadar okuduğum en güzel yazı, keşke "ben" demekten korkmasanız, hep. korkmayın; ben diyenlere hep, benzemessiniz hiç.

Adsız dedi ki...

radyoda ne çalıyordu acaba :)