Salı, Kasım 06, 2007

Yakamozsal yokluk, damsal düşme


Gazetelerin 'yaşam' adı verilen sayfalarında küçük bir haber olarak görmüş olabilirsiniz, Berlin'de konuşlanmış Dış İlişkiler Enstitüsü 'dünyanın en güzel sözcüğü'nü bulmak gibi ucu açık diller sülalesinde gayet zorlu, bir yandan da gayret olarak kıskandırıcı bir seçim işlemine girişmişler. Ve nihayetinde kazanan kelime orijinalliği, anlamı ve kültürel ehemmiyeti bakımından 'yakamoz' olmuş. İkinci, Çince'de horlamak manasına gelen 'hu lu'; üçüncü de Afrika'da Luganda dilinde 'düzensiz'in karşılığına denk gelen 'volongoto'...
Şaşırtıcı bir biçimde, bundan dört beş yıl evvel, İstanbul'a ilk kez gelen bir Alman arkadaşımla, hayatımın ilk hamam seferini yaptıktan sonra, Galata Köprüsu'nün altında bira içerken (fıçı siyah efes vardı, çok şaşırtıcı), laf tercüme sorunsalına gelmişti. Karşımızda duran İstanbul kartpostalından ilk yakaladığım detay olarak, elimle yakamozu işaret edip, 'buna siz ne dersiniz?' diye sormuştum, 'bir şey demeyiz' diye kalakalmıştı. Bir şey dememek bir yana, hayatında da ilk kez farkediyordu gösterdiğim tabiat olayını. Çok şahane bir kelime olduğuna karar vermişti Stefi, küçük defterine yazdı.
Benim o bol siyahlı turistik muhabbetim nasıl bahsettiğim yarışmanın bir yerinden sağlaması gibi duruyorsa hayatımda, bu yazıya görsel malzeme ararken çektiğim sıkıntı da dilimizdeki yakamozsal çelişkinin sağlaması oldu. Başka bir dilde aramak zor, yerli aramalarda da yakamoz fotoğrafı yok, hepsi ayın suya düşmüş ışıklı gölgesi diyelim...
(Biliyoruz ya iç sesinizi göze alarak devam ediyorum) Yakamoz dediğimiz hadise 'macun gibi, yapışkan, şeffaf ve kırılgan yaratıklar' olarak tanımlanan planktonların ışıması. Wikipedia'da çok hoşuma giden bir tarif var, plantkonlar bir türden ziyade bir yaşam biçimidir diyor, basbayağı 'lifestyle'ı kullanarak. Klasifikasyona, tariflemeye zor geliyorlar ama çok mühim yaratıklar. Bir sürü balık bunlarla beslendiği gibi, geceleri karbon emen bitkileri yemeye suyun yüzeyine çıkarak (yakamoz times) bir denge sağlıyorlar. Lakin küresel ısınmadan en önce etkilendikleri gibi, yoklukları küresel ısınmayı üç beş kat daha arttırıyor. Yakamoz görmediğimiz an, bittiğimizin manzarasıdır, karşısında ne içsek beyhude...
Bugünkü gazetelerde gözüme çarpmadı, ama dün akşam Tayyip Erdoğan'ın Bush'la münasebeti sonrası yaptığı basın toplantısının bir bölümüne naklen şahit oldum. O an İngilizce'ye çeviren simultane tercüma acıdım ve hakikaten ne yaptığını merak ettim Çünkü mesela 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi bir gün onları da vuracaktır' diyor T.E., iki cümle sonra yine 'yılan' öznesiyle devam ediyor. Beş cümle sonra 'Biz damdan düşenler olarak konuşuyoruz' diyor. Tamam lokal bir 'icraatın içinden' olsa meramını anlamayacak yok, ama simultaneci yılanı, damdan düşmeyi nasıl anlatsın bir çırpıda! Bire bir çeviriyorsa pek pek pek fena...
Yukarıdaki resim bir kısmının mikroskobik vesikalığı.

Hiç yorum yok: