
Hava sıcaklığı Marmara Bölgesi'nde bir şehirde 40'lı rakamlara ulaştığında, insandan seyrelmiş sokaklardan geçen klimalı arabaların uğultusu bile hava denilen görünmez saydığımız şeyin içinde yutulurken, miligram yapraklı ağaçlardan bile tek kıpırtı yükselmemekte zaten, aynı coğrafi bölgede bir insan sol kolunun altından çıkardığı termometrede akşam 'hava durumu'nda duyduğuna yakın bir rakam görür. Zaten titriyordur.
Mevsimlere göre insanların unuttuğu fiiller var. Yazlıklarla kışlıkların yerini değiştirir gibi bile değil, zahmetsizce ve kayganca dili araziye uyduruyoruz. Dört mevsimin hissedildiği ülkeleri çekilir kılan belki biraz da bu. Çok sevilen, kış boyu kendisini hatırlatmayan, ama çekmece dolap sirkülasyonlarında insanı manasızca mutlu eden tişörtler gibi, zamanı geldiğinde dökülüyor o mevsimlik fiiller, sıfatlar dil pazarına. Diğerleri toz oluyor.
Velhasıl ben bu ülkenin İstanbul'unun pazar günü titredim; titreyebildim, üşümeyi hatırladım. İnsan sadece kendisiyle nasıl müstakil bir evren kurabiliyor, genel fotoğrafı absürtleştirebiliyor.
Kıştı, kafamda da şapka vardı hatta. İstiklâl Caddesi'nde bir seyyar satıcı bağırıyordu: "Bay, bayan angora...'
Adam eldiven satıyor tabii ki. Ama iki yandaki binaları kadrajdan kesip caddeyi Frankfurt Havaalanı gibi devasa mesela, Barselona Havaalanı gibi aydınlık mesela düşününce ne güzel bir anons solumdan yükselen: "Bay, Bayan Angora..."
İnsan sadece kendisiyle nasıl müstakil bir evren kurabiliyor, genel fotoğrafı absürtleştirebiliyor. Bu sağlıklıyken daha zevkli oluyor.
N'olur asfaltta yumurta kırılmasın bir de!