Cuma, Ekim 16, 2009

Bernhard'la konuşmamalar

Yorulunca bir ara sokağa girip gördüğüm en sevimsiz kafeye oturdum. Bir tür sevimsizliği çok severim. Garsonun gelmesi o kadar uzun sürdü ki, arkamdaki masada tek başına oturan 50'lerinde bir adama İngilizce kafenin self-servis olup olmadığını sordum. Almanca cevap verdi ama gülmesinden ve bakışından anlaştık. Naletmiş, tembelmiş biraz mekânın garsonları.
Yanımda bitmesin diye hepsini bir kerede okumadığım 'Thomas Bernhard'la Konuşmalar' vardı. Yine ilk bölümden başladım okumaya. Müdavimi olduğu bir iki kafe ve restorandan söz ediyor. İnsanların yanına gelip yazdıklarına dair lüzumsuz sorularından... İstemediği zaman evinin telefonunu açmayışından, açıp da "Burada öyle biri yok" demesinden, söyleşi vermenin manasızlığından...
Ktabın ortasında eski fotoğraflar var. Bir kafede oturuyor.
Arkamı dönüp kitabın o sayfasını gösterdim az evvel 'konuştuğumuz' adama. Yine ben İngilizce sordum, o Almanca cevap verdi ama çok şahane anlaştık. Oradaki kahvemi bitirip Cafe Braunerhof'a geçtim. Kitaptaki fotoğrafa benzeyen bir tanesi vitrine asılmıştı. İçeri girdim, söylediğim kahve daha güzel geldi.
Bernhard bana da sinir olur muydu? Karşımda otursa konuşamazdım ki zaten...

1 yorum:

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

hem süslenip, şıkır şıkır giyinip kafelere gidiyor herr thomas hem de herkese her şeye gıcık oluyor. bana büyük derin huysuzluğu değil de diğerlerinin karşısına böyle "jilet" gibi çıkması güzel görünüyor. sanki büyük tedirginliğinin bir başka göstergesi bu. düpdüzgün olmak istiyor diğerlerinin karşısında, en ufak bir eksik buldurtmamak kendinde. meşhur fotosunda da öyle işte. ciddi ve jilet herr thomas.