
Annenin elinden kopup da kendinizi kayıp olarak bulduğunuz o nokta arasında zamanının nasıl geçtiğini, ne yaptığınızı, nasıl oraya düştüğünüzü anlayamamak... O elin çok uzak gelmesi... En fazla yarım dakika önce geçtiğiniz yerlerin başka bir gezegene dönmesi, bütün kadın yüzlerinin, bütün pazarcı bıyıklarının saydam hale gelmesi... Bütün domateslerin aynı tonda kırmızı olduğunun, bütün patlıcanların aynı şekilde dizildiğinin farkına varmak... "Gel gel abla"ların, pazarlık eden, yanındakiyle gülüşen kadın seslerinin ufalanıp havada birbirine karışması, pazar tentelerinden dönüp bir daha yankılanması... O tentelerin hiç bitmemesi sonra, bütün dünyanın dev bir pazara, içinden çıkması imkansız bir labirente döndüğü hissi... Bir daha asla eve dönemeyeceğini, o andan sonra, bir kaybolduktan sonra yani, artık başkalarının çocuğu olacağını, için için ağlayıp Ayşecik gibi mızıldanarak bir ömür geçireceğini düşünmeden düşünmek, bir tuhaf acıyla başı kesik tavuklar gibi aynı sokaklardan geçmek... İnsanların gittikçe boyunun uzaması, o tepeden balyozlayan "Yavrum, nooldu sana" bakışları... Pazar direklerinin ucu belirsiz bir perspektifte yamulup birleşmesi, orada yok olmayı istemek, ilk kez hiç doğmamış olmayı istemek, bir büyük çaresizlik... Bir ilk çaresizlik...
Küçükken pazarda kayboldunuz mu hiç?