Ocak ayında hırka, hafiften lodos, yanak kızartıcı güneş. İleride bir inek, ipinin yettiği çember içinde, her lokmasında bir demet maydonozu saplarından koparmışsın gibi elle, tıkınıyor, başı hep önde. Beş tezgahlık pazar, balık lokantaları kepenkli, bir yeni gelen kadar ortada bir şey yok.
Tahsis edilen yalı sahildeki jandarmaya yetmemiş, bir müştemilat oda inşa etmiş, bir etnoğrafya müzesi olsa, "tipik türk ailesinin oturma odası" diye öyle döşenmiş içi, bir üçlü, bir ikili, iki tane tekli koltuk, ki tekler fiskos mantığında çaprazlı, pimapenler tül perdeli, orta sephası, televizyon, bütün bunlar sahilde on metrekarelik bir küçük evin içinde, denize iki metre, bana mı sadece acayip.
Pimapensiz köy kaldı mı bu arada?
Kara ahmet'in yeri, felsefi kendin pişir kendin ye'ci, bahçe araba lastiği salıncak, ahşap sıralar, sandalyeler, asması da güzelmiş mevsiminde, içersi üzeri keçelerle örtülü sedirli, ortada varil soba, anında ısıtan, duvarlarda kuru deniz yıldızları, tespihler, el işi süsler de var, en çok atatürk var, her hali, neyin müzesi olduğunu bilmediğin bir müze gibi, filozof yanı da şurada ahmet amca'nın, "gir mutfağa pişir yemeğini, çay mı çekti canın, git koy" diyor, "millet sıkıldı artık esas duruştan". günde iki paket sigara içermiş, geçen sene tak diye bırakmış, soranlara "e üzerine yazdılar ya zararlıdır diye biz de bıraktık" demiş.
Nohut mayalı ekmek, biber salçası, ayva reçeli, çupra, deniz rengi bulut, antik taşları parlıyor tiyatronun, kilise mezarlığında, ki boy boy mezar var, her yağmurda bir iskelet daha çıkıyor, isa zamanının 4 yüzyıl öncesinden çanak, çömlek, bitmemiş hala, enginar tarlalarından çıkar az eşelesen.
Enginarlar oluyor, erken dikenden çıkmış bile, körpe saplarıyla, minicik göbekleriyle kaçaktan karın doyuyor, olmadı her yer mandalina, üç portakal kadar sulu mandalinalar, elle süslemişsin gibi limonlar, nar süsleri kuru dallar.
Paralel değiştirdim bir haftalığına, meridyen de değişiyor kendiliğinden. orası neresi? burası en fazla poyraz biraz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder