Çok kızsam da, hiç anlamasama da, bugünlerde bana en yakın duran şey havalar; itiraf etmeli. Yükselen burcum İstanbul havası. Öyle şairane tonlarda 'Ne sağı, ne solu belli' gibi değil, 'Ne havasına, ne kızına...' kaypaklığında da. Birden boşaltırım yağmuru duş başlığından gibi, istersem gölgede 33. Öyle diyor; bu havalar bize bir şey anlatmak istiyor. İlmi neden-sonuçları şahıslara da uygulanabilir mi pek muhterem bilim insanları?
Bir süredir tozum, rutubetim; niye 17 sene saklandığı belli olmayan bir plastik tavşanım, okunmuş kitaplar arasından çıkan kağıdım. Koliyim; koli basiliyim bir süredir. Evden de taşınıyorum, işten de. İlkokul pasoları, retro'su bir daha asla yaşanmasın gözlüklü fotoğraflar, kim olduğunu hatırlamadığım insanların kartları, başka şehirlerin haritaları, metro biletleri... Ve bir sürü 'Bu neyin hatırasıydı?'
Çok fazla defter var. Bazılarını açıp okuyamıyorum, içim daralıyor. Hey yavrum, neymiş bu kadar derdin diye sorasım geliyor. Ama atmaya da gönül el vermiyor. Taşınırken kaybolmasını dilediğim bir koli oluyorlar.
Kapaktaki tarife bakılırsa 19-20 yaşlarında okuduğum bir kitabın arasından, o kitapla alakası olmayan bir kağıt çıkıyor. "İnsanları anlama problemim yok, insanlarla anlaşma gibi bir problemim" var yazıyor. Diyen Kafka. Gerçekten Kafka bunu nerede dedi? Dedi mi? Kim dedi? Bu neyin hatırası?