Salı, Aralık 30, 2008

Milli kelek

Yanlarına yanaştığımda muhabbete hangi noktadan girildiğini çok rahat kavrayabileceğim bir yerdelerdi. Milli Piyangocu amca "İade ediyorum tabii" dedi. Diğeri dinlemeden girdi: "Ben satıyor olsam, hayatta kalanı idade etmem. Kalsın işte, belki sana çıkar..."
Adamcağız "Öyle değil işte, bilmiyorsun. Ya çıkmazsa..." diye konuyu kapatmaya çalıştı. Diğeri duracak gibi değildi, hatta üzerine bir ton daha yüklendi: "Oooo, sen kendi biletine güvenmiyorsan, ben zaten niye senden bilet alayım ki..."
Bir tatilde, pansiyonun alt katında öğlen yemeği yiyen ve suratlarını asla görmediğim o aileden yükselen şu diyaloğu kim bilir daha kaç kez hatırlayacağım. Adam karısına basbayağı bağırıyordu: "Madem kelek, biz o zaman niye aldık bu kavunu?"
Milli Piyangocu amca gibi kadın da susmuştu.

Pazar, Aralık 21, 2008

Mevsimlik fantastik

Saat neredeyse akşam 10'a geliyordu, yağmur ve soğuk da eklenince diğer üç mevsimiyle karşılaştırıldığında inin cinle top oynadığı bir sokak... Etrafta bir Noel coşkusu ki sormayın, vitrinler ışık oyunlarıyla ayaklanıp üzerinize üzerinize geliyor. Bütün vitrinler yılbaşı partisine müsait yapımlarla dolu... Vitrine fiyat yazılmayan mahalle burası.
Hayatta 'yok devenin gözü'ne emsal olarak bir marka adı verecek olsanız, ilk üçe girebilecek bir tanesi yine beş boyutlu bir enstalasyon yapmış vitrin diye ayrılan bölümde. Fotoğrafını çekeyim diyorum; mevsimlik fantastik... Bir çift beliriyor köşeden. Geçsinler diye duruyorum. Geçsinler ki devam edeyim. O sırada birden makinenin karşısında duruyorlar karşımda. 40'larında bile yoklar bence...
Kadın "Ne yapıyorsun?" diyor. Adam, kadının kolundaki çantayı objektife tutuyor dünyanın en komik esprisini yapmış gibi. Kadın hiç garipsemiyor; ezberinde olan bir metne başlama işareti almış gibi, çantasına daha bir afili sarılıp gülümsüyor. Bu esnada bir de kol kolalar. Çantası, vitrindekinin aynısı, yok deveninin gözü çantalarından...
Madem o vitrin birinin kayıtlarına geçiyor, adam yok devenin gözü kadar para verdiği eşinin çantasının da bu kadraja dahil olmasını istiyor. Asıl bunun fotoğrafik bir değeri olduğunu düşünüyor çünkü. Bunu öyle düzeyli bir düzeysizlikle yapıyor ki, her şey nötrleniyor, hareket normalleşiyor. Bu modellik vazifesi kadın için normal, çünkü aynı işi biri fotoğraf çekmezken de yapıyor. Yanındakinin yok devenin gözü çantasını trink diye satın olabilecek bir adam olduğunu teşhir ediyor, onun kontratlı mankeni oluyor.
O sırada deklanşöre basamadım. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalakaldım. Zihnimde bu kadar netken sahne, karenin gece titrekliğinde flu çıkmasını gönlüm kaldıramazdı zaten.

Pazar, Aralık 07, 2008

Ghost driver


Bir kamyonun arkasında yazıyordu "GHOST DRIVER". Kendi değil, bir hayalet mi işini yapan? Bir işini yapan bir de hayalet olarak ikiye mi ayırmış kendini? İkisini bir araya getirip de çamurluğa yazmak fiyakalı olduğundan mı sadece?
Bir işini yapan bir de hayaleti olarak ikiye ayırıyorum kendimi. Hayalet yazarken ben bakayım bakalım neler oluyor?
Yazmaya başlamadan önce koltuğu yükseltiyorum, sanki mutlak bir açı varmış gibi arayaraktan sırtımı yaslıyorum. Yüzümü bilmiyorum o esnada, dudağımı mı ısırıyorum, yavan bir şey yemiş gibi mi bakıyorum?
Önce masanın üzerindekilere takılıyorum. Bİr kurşun kalemi açıyorum hiç gerek yokken, ortalıktaki beş benzemez not kağıtlarına bakıyorum, atılacak iki tanesini ayırınca bir iş yapmışım gibi bir hal geliyor. Sandalyeyi bir lokma daha yakınlaştırıyorum masaya. Bir şey içiyorsam çok sıcak, çok soğuk demeden çok içiyorum baştan. Bir iş yapmışım gibi oyalanıyorum. Kafamı sol duvara çeviriyorum. Çin takviminden bir yaprağa anlamadan bakıyorum, kesik bir Dilbert'i üşenmeden bir daha okuyorum, yapıştırdığım fotoğraflara dalıyorum. Aslında o fotoğraflara hiç tam bakmamışım, hep dalmışım böyle. Başlayacağım bir şey var çünkü.
Sonra bir word dosyası açıyorum ya da işte burasıysa bir "new post". Altı kelimelik bir cümle yazdıysam en başta ve daha ilk kelimede bir tashih varsa, üşenmiyorum hepsini silip bir daha yazıyorum. Baştayken "Sonra düzeltirim"e gelemiyorum. Bir süre yazdığımı hiç okumuyorum, yazarken suratım nasıl oluyor bilmiyorum. Kaslarımı yokladığımda ağzımın içini bir başka kastığımı, iki yandaki yanak kaslarımı farklı bir şekilde sıktığımı hissediyorum. Bu beni dışarıdan nasıl gösteriyor bilmiyorum.
Nasıl cümle kurduğumu bilmiyorum, bir kartopu nasıl patlıyor bir word sayfasında hiç anlamıyorum.
Bazı günler her yazdığım kelimede tashih oluyor, büyük harfle başlayanların hepsinin ikinci harfi de büyük ya da ikinci hecelerin son ünsüzüyle sondan bir önceki hep ters yerde... Son hecedeki ünlüyü yanlış koyup da ucuna eklenen takıları da yanlış ünlüye göre kusursuzca koyan parmaklarımı hiç anlamıyorum.
Dönüp okuyorum, bir iki düzeltiyorum. Yazdığım hoşuma giderse, günün geri kalan kısmı daha iyi geçiyor. Bunu hiç anlamıyorum.