Pazar, Aralık 23, 2007

Marketlerin ve mutfakların dışı


Arpa şehriye yokmuş evde, yıldız şehriyeden pilav yaptım. Muhteviyat: rende havuç, iki çarliston, bir soğan, domatesi temsil edecek bir şey... Salça, domates püresi, kuru domates... Zira tezgahtaki sözdelerinden kaçınmak lazım şu sıra; artık kokusunu da taklit ediyorlar, mis gibi sırık domatesi kokuyor, ama iç mekan iki kimyasalın reaksiyonundan mamül köpük gibi.
Şehir/ülke dışına çıktığımda market gezmeyi çok severim. Barselona'nın BİM'i gibi bir marketten şahane ambalajlı ton balıkları, teneke kutularda kalamarlar almıştım; sudan ucuz... Moskova'da hiç turistik olmayan bir bölgede, gecenin köründe açık bir marketten baharatlar toplamıştım. Oralarda muhtemelen ilk kez bir yabancı gören kasiyer kız beni bağrına basmış, hangisinin hangi yemeğe iyi gittiğini beden diliyle anlatmıştı. Şefi mendebur kadın ses edene kadar benimle dolaştı, kendi eliyle yapmış gibi ondan da alayım, ondan da alayım istedi. Şanghay'da çizgi film ambalajlı kakaolu sütlerin hastası olmuştum, olay mahallinde tükettim tabii. Napoli'den, Roma'dan koca bir poşet dolusu makarna getirmiştim, hatta sonra yapmaya kıyamadığım en güzeli bozulmuştu Beşiktaş'taki bir mutfakta durmaktan, içim yanmıştı. Prag'dan bir sürü şeker sonra...
Başka ülkelerin marketlerinde vakit geçirmek, tiksindiğim turistlik kurumundan bir nebze uzaklaştırıyor sanki beni. Benim için turistik alışveriş böyle bir şey diğer yandan da. Hem filmin devamı Beşiktaş'taki bir mutfakta aylar sonra da sürebiliyor; bu da ayrı bir lezzet.
Uzun atlama: Gastronomik anlamda yeni keşfim yufka cipsi... Yufkayı küçük parçalara bölüp teflon tavaya atıyorum. O kadar şahane kızarıyorlar ki, sonra bol baharatlı yoğurda batırarak kıtırdatıyorsunuz. Böreğin en güzel kısmı değil mi zaten o üstteki çıtır katman? Daha önce elmalı turtanın üst kısmını da yapmıştım, zaten altını üstü için yiyordum. Bu da mutfaktan anladığım galiba...
Yıldız şehriyeli pilavdan geldim buralara. Altını kapamadan evvel son bir karıştırırken, üstü için altını yemek zorunda kaldıklarım geldi aklıma.
Aklım karıştı; iş mutfaktan çıktı.

Salı, Aralık 18, 2007

Gmail hafızası

Benim için internet temelli iletişim, bir hotmail adresiyle başladı. Yaratıcılık sıfır, isimlerimiz çıplak halleriyle tabii ki daha önce kapıldığından, ne olsun, ne olsun: Ahu ismine 74, ben 75 eklemiştim. Tipik doğum tarihli hotmail adresi... Hâlâ kullananlar var bu modeli, hemen anlıyorum '90 ortalarında onları o adresleri almaya iten saikleri.
Sonra yahoo'ya geçtim, sevdiğim bir roman kahramanının adıyla. Çok afilliydi, ama telefonda söylemesi, lüleburgaz, ordu falan diye fena uzuyordu. Bayağı bir zamandır, ismim ve 6 yaşındayken kendime seçtiğim alternatifinden müteşekkil bir gmail adresi kullanıyorum. İş yeri tarafından açılan e-mail hesaplarının, bir istifayla sıfır kontakta indiğini bildiğimden iş için de, kendi yazışmalarım için de aynı adres... Lafı olanın turuncuya döndüğü küçük kutucuklarda onunla bununla bağlantı da cabası... Geçenlerde biriyle gtalk'ta 'konuşurken' not etmem gereken bir ismi yanımda her daim hazır bulunan defterime kaydetmedim. O an gmail'deki mail ve chat 'history'me ne kadar güvendiğimi farkettim. Sonra girerim dedim kendi kendime, tepeye anahtar kelimeyi yazar ilgili 'sohbeti' çıkarırım. Aslında bunu bile demedim.
Sonra sandığımdan daha fazla kullandığımı farkettim bu fonksiyonu. İlla mecburiyetten, 'aman nerede bu mail' sorunsalını çözmüyordu bu hizmet, gmail benim hafızam olmuştu sanki. Korktum. Bunu bana kim söylemişti? Şaşırır ya bazen insan, söylendiği anı hatırlamaya çalışır. Gündüz mü gece mi, etrafta müzik var mı, içerisi mi dışarısı mı? Ama gtalk'da bir an yok ya da bütün anlar birbirine benzer. O yüzden aslında gerçekten mi ihtiyacımız var gmail hafızasına?
Hotmail zamanlarında bir sabah mail kutumu bomboş bulmuştum; hâlâ bir esrardır benim için. Bir gece önce kafam çoook başka bir yerlerde ben mi becerdim, yoksa... Çok kötü oluyor insan, söyleyeyim.
Şu anda içinde 1000'den fazla mail ve sayısını tam olarak veremediğinden her kişiyle 'hundreds' diye özetlediği, bir sürelik sosyalleşme tarihim uzayda bir yerde duruyor. Sabah inbox'ı boş bulmaktan daha fazla korkuyorum, hatırlayamayacağım daha fazla şey var gibi.

En zevkle yaptığımdır fikrimi anında çürütmek: Çöp ev diye meskenine belediyenin daldığı kimse de durumun çöreklenişinden haberdar değildir neticede. Hatırlayabildiğimle de pek güzel yaşarım.

Cumartesi, Aralık 08, 2007

70 milyon sizi dinliyor

"Gay polis de olur, asker de. İnkar etmek anlamsızdır. Fakat burada olmaz. Belki ileride olabilir. Ama olmasa daha iyi olur."
Sabah'ın Günaydın ekinde 'Halk Ne Diyor?' diye bir köşe var. Gündemdeki sıcak haberlere dair okur, mail atıyor fikrini beyan ediyor. Oradan özenle ayıkladım.
Tamamen internet teknolojisinden atardamar bulan bir okuyucu egosu tipi var. Asıp kesmek, atıp tutmak üzerine bir ifşa... Hani Türkiye'nin yüzde 5'ine yayın yapan kanallarının fantastik dekorlu tartışma programlarındaki gibi: 70 milyon bizi dinliyor! Gazetelerin internet sitelerine, mail adresi verilmiş bu tür köşelere yazarken aynı hissiyat. Türkiye'nin herhangi bir yerinde bir okuyucu bir yere fikir beyan ediyorsa 70 milyon onu dinliyor. Herkes her şeyin bilirkişisi... Ama yazdığını bir kez daha okumamış bile yollamadan. Temel dilbilgisi ve yazım kurallarını geçtik, en normal kelimeler bile o egosal sayıklama anında yanlış yazılmış, ikinci bir okumaya da değer görülmediğinden 'send'lenmiş gitmiş. Ohhh yani, söyledim rahatladım; bu da onlara ders olsun gibi...
Bazen fikir bile yok. 'Üçüncü sayfa' diye sıfatlanan haberlerin altına bile, iki kişi mi ölmüş bir trafik kazasında, biri bir çukura mı düşmüş, 'Cık cık, yazık...' yazıp kaçmalar... Nasıl bir güdülenme sistemi çözmek zor.
"Gay polis de olur, asker de. İnkar etmek anlamsızdır. Fakat burada olmaz. Belki ileride olabilir. Ama olmasa daha iyi olur."
Nadiren içinde hakiki fikir ve yorum barındıran okuyucu mailleri dışında, benim şimdiye kadar okuduğum en temiz deşifrasyon bu okuyucu yorumunda. Bir kere çıkan haberlere dair kurtlanmış, bir şey söylemek istemiş, eyvallah. Beklenen bakış yönünün farklısından giriyor. İbre tepede başlıyor. İnkar etmek anlamsızdır diyor. Birden yaşadığı ülkeyi hatırlıyor: Fakat burada olmaz. Yine de çıkış cümlesini yutmak istemiyor; optimist bir projeksiyonda bulunuyor: Belki ileride olabilir. Ama sonra birden kendisini hatırlıyor, iğreti demokratlığını bastıran homofobik çekirdeğini: Olmasa daha iyi olur tabii.
Çok temiz her şey; rahatsız edici bir billurlukta hatta.

Pazar, Aralık 02, 2007

Robot dövüşleri

O kadar robot haberi çıkıyor ki kısalı uzunlu, genelde Japonya mahreçli tabii, türümüzün robot üretiminde hangi aşamaya geldiğini bir çırpıda söyleyemiyor insan. Ama belli bir noktaya kadar ilerlenmiş olduğunun sağlamasını bugün bir ecnebi kanalında gördüğüm haberle yapmış oldum. Tokyo'da bilmem ne fuarında robot dövüştürmüşler. Bayağı biri ötekine vuruyor, iki seksen yerde diğeri, sonra kalkıyor bir tane daha geçiriyor. Fakat başlarında sahipleri de duruyor bunların, horoz yahut köpek dövüşü gibi robotlarını gaza getiriyorlar. Bahsettiğimiz bir teknoloji fuarıdır, ama fondan gelen ses Ali Sami Yen kaydı gibi. Japonlar zaten manyak, bunların bahisleri de açılmıştır, yakuza işe dahil olmuştur ya da eli kulağındadır. Mafyolojik tarihimizin akılda kalan isimlerinden İnci Baba'nın Japon 'jakuzisiyle' tanışmak istediği, etrafındaki kimsenin de 'Baba o jakuzi değil!' diyemediği aklıma geldi, ama mevzuyla ilgisini bir yapay zeka kurabilir.
Neticede insansı üretme gayretindeki insan, ne yapsa süreci ve doğrudan mamulü insansılaştırıyor zaten. Asimo'nun o bin kişinin önünde merdivenden indirilip çıkarıldığı, yarı yolda düştüğü görüntüler, eminim sadece benim içimi burmadı. İçindeki bilmem ne devreleriyle değil, rezil insansı bir müsemereye malzeme edilmesiyle insansılaştı benim gözümde Asimo.
Bir de Akimo var, AKP'nin robotumsusu... 2004'te mi Tayyip Erdoğan bir fuarda bu Asimo'yla tokalaştı, birlikte yürüdü falan ya, aralarında hisli bir ilişki olmuş demek ki, son seçimler öncesinde bir propaganda aygıtı olarak böyle bir ucube kullanıldı. Boy bos endam Asimo'dan, ses bir AK Parti üyesinden... 'Zeytinyağlı sarma sever misin'den, Kasımpaşaspor'un ligdeki akıbetine uzanan bir seviyede laf üstüne laf yetiştiriyordu bizimki.
Bir de Repliee Q2 vardı geçen yıl sürümü. Onda da beni irkilten kadın robotun -insanımsının- yaratıcısı bilim kadının şıp demiş burnundan düşmüş olmasıydı. İlim irfan sahibi kadın, kafa nelere basıyor, ama işte ortaya çıkana bir bakıyorsun ablanın bilinçaltında devreler feci karışmış. Neyin peşinde kendisinin bir robotunu yaparak? Şimdilik 10- 15 saniye geçmeden mimik ve jestlerden ayrılabiliyormuş insan mı insanımsı mı? Ama işte Japonların derdi gücü bu süreyi 15- 20 dakikaya çıkartabilmek, ondan sonrası zaten yürü ya kulum...
Bir yandan da Asimo tükendi bitti işte... Devlet başkanlarıyla tokalaşmalar, iş adamlarına özel gösteriler, talk showlarda sevimilikler yapmaya çalışmalar... Ali Kırca'ya bile çıkmadı mı bu ya, ötesi ne? İnsan olmakla kalmamış, hayvan bile olmuş. Bir apartmanın bodrum katında dövüştürülmüyorlarsa, aleme yeni düşeceklerin akıbeti de budur zaten: Sabah Sabah Seda Sayan...