Pazar, Eylül 30, 2007

Patates baskısı


Bizim Beşiktaş'ta tekelimsi bakkalımsı bir yer var, adam vitrine yazmış: 'Sormayın, bizde her şey var.'
Yazmayalı zaman geçince ya da uzun süreden sonra yakın bir ahbapla görüşüldüğünde aynı hesap: 'Sorma, her şey var...' Hakikaten yakın temaslı muhabbetten imtina etmediğiniz, hasbelkader zamanla iki paralel çizgiye dönüştüğünüz bir ahbapsa bu, özete de giremiyorsunuz. Yani o günlük kalıp şu oldu, bu oldu cümleleri var ya, ona yakıştıramıyorsunuz, ama nereden başlasam hali... Bir süre sonra çözülüyor neyse ki; zaman hiç geçmemiş gibi oluyor.
'Mahalle baskısı' tamlamasını gazetelerde görmeyeceğim, gazetelerde gördüğümü de zaten anlamayacağım bir yere gidiyorum. Çin'e... Az sonra... Acil baskı yani...
Hafakan'ı kapamadan patates baskısının ne kadar şahane bir şey olduğunu anacağım sadece gitmeden, ilkokuldan çok kreatif çalışmalarımın bulunduğunu, bir zamanlar evimin duvarlarını patates baskısıyla kaplamayı hayal ettiğimi...
N'olur uçakta topkek versinler...

Cuma, Eylül 21, 2007

Lambuka del mondo


Hotmail'in ana sayfası mı değişmiş, önceden sorarak kaydettiği mail adresinin altına 'Beni unut' diye bir buton eklemişler. Fonksiyonu malum, ama tek bir tık'a bağlanmış 'beni unut' emir kipi bir acayip geldi.
Unuttum.
Motelin sahibi "Kimse de yok, eni konu dinlenirsiniz' dedi ilk gün. Eni konu... Güzel laf. Aynı yere daha önce gitmişliğim de var; 'sezon' o zaman. Ofiste tek bir bilgisayar, o vakit bir ara maillere bakmak için izin istediydik de, sahibin oğlu "ADSL de ucu ucuna çekiyor" demişti. Yekten "Hayır" diyemedi, "başımdan gidin, beş masaya çupra, kalamar ızgara taşıyacağım" diyemedi, "Ucu ucuna çekiyor" dedi. "Bize kadar" gibi yani. Bu sefer, hakiki manasıyla tek odaya baktıklarından, kendileri sordular 'ADSL'ye' ihtiyaç var mı diye?
Yazları yerli turistten de kazanan aslen bir balıkçı köyü burası. 'Dışarıyla' bağlantı, gelen giden, Sıla dizisi ve eylülün 10'una kadar Posta gazetesi... Biz gittiğimizde dolandırmadan "Gazete olayı bitti" dedi 3 km ötedeki gazete bayii. Kasabaya inenler Güneş, Müneş öyle bir şeyler getiriyorlardı bazı günler; Akşam gazetesi bulunca Herald Tribune bulmuş gibi oluyorduk. Güzeldi. Onun ötesi iskeleden zargana, motordan lambuka...
Hangi siteydi hatırlamıyorum, ideefixe olabilir, ilk açıldığında üye olduğunuzda tıklamanıza özel bir buton sunuyordu: 'Uyarılmak istiyorum'. İlgi alına giren kitaplar, CD'ler falan, fonksiyonu malum, ama bu yani sunuş. Değiştirdiler zaten kısa bir süre sonra. Üzerimde hâlâ kara tarafı ılık bikini izi, 'beni unut' demek gerekiyor şimdi; şehirde 'uyaracak' başka şeyler bulmaya çalışmak lazım derhal. Eni konu zor. Her şey ucu ucuna.

Cumartesi, Eylül 08, 2007

Bir lokma bağlam

Kumanda aletini eksikli bir icadın bilahare tamamlanması gibi görüyorum; kanal sayısının artması için insanlığın bir müddet geçirmesi gerekti tabii. Benim açımdan bir fonksiyonel zaplama var, bir de eksperimental... Bu ikincisinde hız önemli, denk gelinen lafları aradan bir yeriden 'ağh', 'unm', 'bonh', 'ııaa' şeklinde bölmek, hızla akan kafaları birbirinin yerine koyarak olmayan bir bütünü görmeye çalışmak gibi lüzumsuz bir faaliyet. Normal gelişimin tersi şekilde, 'zaman öldürmek' fiilinin icadının eylemi yarattığı kanatindeyim. Kullanmaktan imtina ederim.
Geçenlerde ilk eksperimental zaplama turunda Özcan Deniz'in kafasını gördüğüm bir klipte, ikinci turda 'bağlam' lafını duyunca, bir sonraki nakaratı bekledim. 'Bir açıldım, bir kapandım duygusal bağlamda' diyordu. İçinde bir 'bağlam' bulunan bir pop şarkısı duymamıştım, başka nedenlerle de kendimi klipten alıkoyamadım.
Fatih Özgüven'in bir iki haftaya çıkacak yeni kitabında ('Hiç Niyetim Yoktu' koymuş adını) buna benzer bir hikâye var. Bir tatil kasabasında bir yerliyle, Türkçe de bilen bir yabancı arasında geçen, 'valiz'li bir pop şarkısı üzerine bir diyalog diyelim...
Herhangi bir mevzuda sokak röportajları yapıldığında, ilk kez mikrofona konuşanlar 'beyanat dili' olduğunu varsaydıkları, belki hayatlarında daha önce hiç kullanmadıkları kelimelerden müteşekkil bir jargona zıplarlar. Ağızlarda iğreti duran, bir sürü 'yani' arasına sıkışmış 'oldukça'lar, 'gerçekleştirme'ler, 'adeta'lar...
Az önce bahsettiğim klibe beni vantuzlayan diğer şey de klipsel jargonda çok yaygın bir hastalık. Şarkılar zaten toplam yüz kelimenin varyasyonlarıyla yazılıyor, bu toplamdan derin manalar çıkarabilmek zaten eksperimental bir çalışma. Lakin 'üzüldüm', 'kahroldum' falan derken, en azından o salise bir gülme be kardeşim. Bakıyorsun şarkının tamamı ayak bileği sığlığında bir aşk acısını dile getirmekte, e olsun; ama şarkıyı söyleyenin 'seksi', 'cool', 'bir şey' sandığı bakışlarıya, o yarımağız gülümsemesi bütün o dört dakika yirmi beş saniyede demirbaş...
Sesle görüntü arasında bir nebze çakışma dilemek için poptan nefret etmek gerekmiyor. Hakikaten insanlık açısından arzuluyorum bunu, ürkütücü bir senkron sorunu gibi geliyor bana. Bir lokma bağlam yani, çok mu?
'Oldukça' lafı da oldukça hastalıklıdır; o ayrı...

Pazartesi, Eylül 03, 2007

Hemzemin hem...


Zamanında yazmayınca aklıma gireni, şahsi kayıtlarıma geçeni, bir mekanizma tarafından öğütülüyorlar. Onları aklımda muhafaza ettiğimi sansam da, bir bakıyorum eriyip birbirine karışmışlar, hemzemin olmuşlar. Zemine dair konuşulabilir ancak.
Dönerci çubuklarında etin kurşun kalem kadar kaldığı bir akşam saatinde, bitişik nizam evler yüzünden ancak caddenin başından fışkırabilen, bu sebepten iyice ayarsız bir rüzgâr vardı mesela, hatırlıyorum. Kloş etekler havalanıyor, açıkhava sigaralarının kırmızı uçları yarım serçe parmağına kadar genişliyordu. Rüzgârın, kapıp nereden peşine kattıysa beş metreye beş metre bir naylonla, sırtı gelene dönük bir adamı sardığını gördüm mesela. Yaratıklı bilim kurgu filmleri gibiydi, herhangi fantastik bir gelişmeye duyargaları kapalı zavallı adamın çırpınışı, bir yandan naylondan kurtulmaya çalışırken, bir yandan da hiçbir şey yokmuş gibi yapışı, potansiyel bir yönetmenin kafasına 'ulan bunu bir yerde kullanayım' dedirtecek kadar hakikat ötesiydi. Ama şimdi anlatınca olmadı.
'Filika mahaline girmek yasaktır' levhasının arkasında aile tipi bir mangal gördüm bu yeni vapurlarda... Hakikat mi, evet. Mavi yengeçler dolunay zamanında avlanmazmış, televizyonda duydum. Çünkü bunlar dolunay çıktığında yemekten içmekten kesilir, depodan giderlermiş. O dönemde avlandığında etleri jöle gibi oluyormuş. Bir yere bağlayamadıktan sonra, ne yani...
'Yıldıza rütbe sorulmaz' diye bir otobüs arkası yazısı gördüm. Bunu en fazla kamyon arkası yazıları yarışmasında üçüncü seçilene takdirlerimle bağlayabilirim: 'Beni araman için illa hata mı yapmam lazım?'
Esengül yazmak isterdim. 'Seviyorsan, benimle oturup içeceksin' emir kipi üzerine iki gün önce ne bağlamalar çekerdim. Nasıl bir sağlama bu? Hakikat mi, evet.
Zaten yaptığım pilav da olmadı bugün...